Allah Rasûlü’nün Cemaat Hassasiyeti

Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir taraftan ashabını/ümmetini mutlaka cemaate/camiye teşvik etmiş, diğer taraftan da fıkhî mazeretler olmadan cemaate katılmayan mü’minleri de ağır müeyyidelerle inzâr etmiş/korkutmuştur. Efendimiz; namaz konusunda ne kadar kesin ifadeler kullanmışsa, cemaatle namaz konusunda da aynı kesin ifadeleri kullanmıştır.

Yüce Rabbimiz’in kullarına en büyük nimeti, muhtelif ibadetlerle kullarını mükellef tutup, onları kendi kurbiyyetine vesile kılmasıdır. Gerçekte bütün ibadetler, kullar için bir külfet değil, Yüce Yaratıcı’nın kullarına uzattığı vuslat ipidir. Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bütün esaslarını bizzat öğrettiği bütün ibadetlerin, iki yönü bulunmaktadır. Bir yönü Cenâb-ı Hakk’ın emrine imtisâl ile emredileni emredildiği şekilde kalbî bir teslimiyetle ifâ ederek Hakk’a tazimimizi arz etmek, diğer yönü ise mü’minler arasındaki ülfet, muhabbet, birliktelik, mevcudu paylaşmak ve benzeri maslahatların gerçekleşmesini sağlamaktır. Namazların cemaatle kılınması, oruçta aç insanların halinden haberdar olmak, zekâtta malın belirli miktarını diğer Müslüman kardeşinle paylaşmak, Hacda aynı anda vakfenin hikmeti budur. Aynı şekilde içtimai ibadetlerimiz olan selamlaşma, davetlere icabet, hasta ziyareti, cenaze teşyii gibi ibadetlerimizin bir hikmeti de şüphesiz mü’minlerin iyilik ve takvada karşılıklı yardımlaşan hayırlı bir ümmet olma şuûrunu diri tutmaktır.

Bir insan kelime-i şehâdet getirerek iman edip Müslüman olduğu anda üzerine farz olan ilk ibâdet namazdır. Namaz, dini ayakta tutan ana bir sütun olarak kabul edilmiştir. İnsanın Rabb’e en yakın olduğu an secde anıdır. Rasûlullah Efendimiz’in namaz ifası ve namazı ihmal edenlerin uğrayacağı ceza konusunda sayısız hadis-i şerifleri bulunmaktadır. Bütün bunların yanında özellikle namazların cemaat halinde camilerde kılınması da en öncelikli nebevî hatırlatmadır. Vahy-i ilâhinin inmeye başladığı Mekke dönemi bir akide/inanç bütünlüğü inşa dönemidir.

Daha bu ilk dönemde, Rasûlullah Efendimiz’in Mekke’deki mübarek hânesi ilk cemaatin oluştuğu bir saâdethaneydi. Henüz 5 yaşında Efendimiz’in evinde kalmaya başlayan Hz. Ali -kerremallahu veche- hâne-i saadette Hazret-i Peygamber’le, mübarek annemiz Hz. Hatice’nin oluşturduğu ilk cemaat halindeki ibadeti görmüş, bunun ne olduğunu sormuş, sonra Efendimiz’in da’veti üzerine Müslüman olmuştu.

Beş vakit namazın farz olmadığı dönemde sahabiler gece ibadetlerini evlerinde ifa ederlerdi. Mi’rac-ı Nebevî ile beş vakit namazın farz olması ile birlikte, muhtemelen Mekke döneminde ferden kılınan namaz, Medine’ye hicret ve önce Mescid-i Kuba, sonra Mescid-i Nebevi’nin imarı ile artık Ümmet-i Muhammed’in birliğinin, kardeşliğinin, muhabbetinin ve fedâkârlığının bir ifadesi olarak hep cemaatle kılınmıştır.

Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir taraftan ashabını/ümmetini mutlaka cemaate/camiye teşvik etmiş, diğer taraftan da fıkhî mazeretler olmadan cemaate katılmayan mü’minleri de ağır müeyyidelerle inzâr etmiş/korkutmuştur. Efendimiz; namaz konusunda ne kadar kesin ifadeler kullanmışsa, cemaatle namaz konusunda da aynı kesin ifadeleri kullanmıştır.

Her konuda ümmeti için mutlaka uyulması gereken müstesna bir örnek olan Sevgili Efendimiz’in bu konudaki hassasiyeti o dereceye varmıştı ki, ölüm döşeğinde dahi hastalığının şiddetinden dolayı defalarca bayılmasına rağmen birkaç kere abdest suyu istemiş, abdestini alıp Hz. Abbas ve bir başka sahabinin yardımı ile ayaklarını yere rahat basamamasına rağmen Mescid-i Nebevi’ye gitmiş, emrine uyarak imam olarak namaz kıldırmaya başlamış olan Hz. Ebûbekir -radıyallahu anh- Efendimiz’in arkasında safa durarak cemaate iştirak etmişti.

Cenab-ı Hakk’ın muhabbetini celbe ve günahlarının affına vesile olacak tek vesîlenin Allah Resûlü’ne uymak olduğuna samimiyetle inanan sahabe-i kiram hazeratı da, cemaate o kadar ehemmiyet verirlerdi ki, bir ibadete katılmak başkalarının yardımı ile mümkün olsa dahi bunu yerine getirmeyi en büyük bir görevleri olarak görürlerdi.

Burada, günümüz Müslümanı için çok uyarıcı sayısız misallerden biri olacak Abdullah bin Mes’ud -radıyallahu anh- hazretlerinin konuyla ilgili görüşünü nakletmek şüphesiz çok da faydalı olacaktır. İbni Mes’ud peygamber terbiyesi ile yetişmiş bir sahabi olarak cemaatle namaz hakkında şöyle derdi:

-“Öldüğü zaman Müslüman olarak can vermek isteyen kimse beş vakit namazı devamlı surette camide kılsın. Şüphesiz Allah Teâlâ sizin Peygamberinize hidayet yollarını açıklamıştır. Beş vakit kılınan namazlar da hidayet yollarındandır. Elbette hepinizin evinde namaz kıldığı bir yer vardır. Şayet cemaate gelmeyip namazı evinizde kılarsanız Peygamberinizin sünnetini terk etmiş olursunuz.

O’nun sünnetini terk ederseniz de yolunuzu sapıtırsınız.

Bir kimse güzelce abdest alıp camilerden birine giderse attığı her adıma karşılık Allah Teâlâ ona bir sevab verir, derecesini bir basamak yükseltir ve bir günahını bağışlar.

Peygamber Efendimiz zamanında biz namaza giderken, adımlarımızı sık sık atardık, münâfık olduğu bilinenler dışında hiç birimiz cemaatle namazdan geri kalmazdık. Hasta olduğu için ancak koluna giren iki kişinin yardımıyla yürüyebilen bir adamın namaza gelişini iyi hatırlarım.”

İmam-ı Evzâî’nin tesbitine göre de sahabe ve tabiîn nesillerinin beş özelliği vardı:

- Namazı cemaatle kılmak

- Rasûl-i Ekrem’in sünnetine sarılmak

- Camileri imar etmek

- Kur’an okumak

- Allah yolunda cihad etmek.[1]

Hanefi mezhebimizin iki büyük imamı, Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’in talebesi Muhammed b. Semmad şöyle demiştir: “Kırk sene boyunca bir defa olsun cemaatle namazda ilk tekbiri kaçırmadım. Yalnız annemin öldüğü gün cenaze ile meşgul olduğum için ilk tekbire yetişememiştim. Cemaat sevabına eremedim diye aynı vakit namazını yirmibeş kere kıldım.[2]

Rasûlullah Efendimiz’in mescidinde, önde erkekler onların hemen arkasında çocuklar ve onların ardında da hanımlar olmak üzere bütün aile fertleri o enbiyalar İmamı -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘in ardında saf tutarlardı.

Son zamanlarda Cuma namazlarında bile cemaate katılmanın azlığı dikkati çekiyor. Medeniyetimizin fiziki ve rûhî merkezi camilerimizdir. Onları hem fiziki yapıları ile hem de cemaate katılmak sureti ile imar etmek imanımızın ve Allah Rasûlü’ne tabiliğimizin bir gereğidir.

Can fedâ olsun o Sultan’a fedâ

Bize anın için neler verdi Hudâ

Olmak istersen ol Habîbe âşinâ

Ver salevât bul O’nunla rûşenâ

 

[1] Peygamberimin Sevdiği Müslüman, M. Yaşar Kandemir.

[2] Fezal-i a’mal, M. Zekariyya Kandehlevi

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle