«İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, onun şu dünyâ hayatı hakkındaki sözü senin hoşuna gider ve bir de kalbindekinin doğruluğuna Allah’ı şâhid tutar. Düşmanların en azgını olduğu halde bunu yapar. O, bir iş başına geçti mi, yeryüzünde fesâd çıkarmaya, tarlayı ve nesli helâk etmeye çalışır. Allah fesâdı sevmez ki! (Bakara, 204)
Ona: “Allah’dan kork!” denildiği zaman onu bir kibir tutar, daha fazla günâh işlemeye çabalar. İşte ona ancak cehennem yetişir. Orası ne kötü yataktır. İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, Allah’ın rızâsını kazanmak uğruna kendini satın alır. Allah bu kullarına çok merhametlidir. (Bakara, 206)
İbn-i Mes’ûd -radıyallahu anh- demiştir ki: Allah-celle celâlüh- nezdinde günahların en büyüğü, kula «Allah’tan kork!» denilip de onun «sen, kendine bak» demesidir. Hazret-i Ömer -radıyallahu anh-’e: «Allah’tan kork,» denildiğinde, Allah’a boyun eğerek, yanağını yere koymuştur. Yukarıdaki: «İnsanlardan öyle kimseler vardır ki, Allah’ın rızâsını kazanmak uğrunda kendisini satın alır. Allah bu kullarına çok merhametlidir» mealindeki âyet-i celîle Suheyb-i Rûmî -radıyallahu anh- hakkında nâzil olduğu rivâyet olunur.
Suheyb bin Sinan er-Rûmî -radıyallahu anh- Rasûlullah’ın arkasından hicret etmek üzere Medine’ye müteveccihen Mekke’den yola çıkmıştı. Yüz yaşlarında idi. Kureyş müşriklerinden bir fırka onu takip ettiler. Beraberindeki Müslümanları öldürdüler. Beraberinde bir miktar okları bulunup gayet keskin nişancı idi. Onlara dedi ki:
«Ey Kureyş cemâati! Biliyorsunuz ki, ben sizden kimseye bir tecâvüzde bulunmadım. Fakat bulunacak olsam vallahi şu elimdeki oku adamın kalbine oturturum. Ve elimdeki oklarım bitinceye kadar bana yaklaşamazsınız. Oklarım bittikten sonra ise geri kalanınızı şu kılıcımla temizlerim. Bana ondan sonra bir şey yapabilirsiniz. Görüyorsunuz ben bir ihtiyar adamım. Aranızda bulunmam sizin işinize yaramaz ki! Benim Mekke’deki evimde bir miktar malım vardır. Gidin onu alın ve onun mukabilinde bana yol verin ve benim ebediyyen Müslüman olduğumu da bilin» dedi.
Suheyb’e yol verdiler. Medîne-i Münevvere’ye vâsıl oldu. Vardığında onu ilk karşılayan Ebû Bekir es-Sıddîk -radıyallahu anh- oldu. Kendisine: Satışın kârlı çıkdı yâ Suheyb, mübârek olsun, dediğinde;
Suheyb:
Hangi satış yâ Ebâ Bekir? diye sordu. Ebû Bekir -radıyallahu anh- Allah Teâlâ’nın Suheyb hakkında inzâl buyurduğu âyet-i celîleyi haber verdi. Suheyb çok mesrûr oldu. Durum böyle olunca âyette geçen يَشْر۪ى kelimesi يَشْتَر۪ى «satın alma» mânasında kullanılmıştır. Zirâ durum satın alma şeklinde cereyân etmektedir. Çünkü Suheyb er-Rûmî malını vererek, canını müşriklerden satın alıp kurtarmıştır. Şunu iyi bil ki, mü’minler canlarını kendi istekleriyle satarlar, mü’minin nefsinin değeri de cennettir. Velî kullar (evliyaullah)’a gelince onlar da nefislerini kendi istekleriyle satarlar, ancak bunların nefislerinin değeri Allah Teâlâ’nın rızâsıdır. Bunlarla, öncekiler arasında birçok farklar vardır. O halde, Allah yoluna sülûk eden kişiye gerekli olan beşeriyyet vatanından çıkmak, akranların diyarından uzak kalmaktır ki, böylece hakîki mücâhid ve manevî şehid olabilsin. Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurmuştur ki:
«Gariplere müjdeler olsun» ve yine bir hadîs-i şerifinde: «Kim garip olarak ölürse, şehid olarak ölmüş olur» buyurmuştur. Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- gariplikle, halktan kesilip, Hâlık’a yönelmeye işâret etmektedir ki, bu da âdet ve arzularda halkın çoğunluğuna muhalefetle olur.
Kulun, halktan Halik’a yükselmesi gerekir. Nefsi için ihtiyac-ı tâmmeden, Hakk’a (Allah’a) bağlanarak tam zenginliğe ermesi icâbeder ki, böylece bütün hayırları elde eder ve bütün felâketleri önler
Mahmud Sâmî Ramazanoğlu-Bakara Suresi Tefsiri, s.285
YORUMLAR