Ramazan Bayramınız Mübarek Olsun
Cenâb-ı Hakk, "bekâ" sıfatını sadece kendisine tahsîs buyurduğundan bütün varlıklar, dâimî bir değişime ve medd ü cezre tâbîdirler. Bu gerçeğin kâinâtta fizikî olarak mevsimleri vücûda getirdiği mâlûmdur. Kemâl ve zevâl arasında ebedî bir değişikliğe tâbî olan kâinâtta, kâh hazan mevsimi ve onun ardından gelen zemherînin bütün varlıklar için ağır çileleri, kâh bahârın bereket ve rahmetinin letâfet ve huzûru vardır.
İnsan hayâtı da kâinâttaki bu umûmî değişiklik seyrine tâbî olduğundan binbir iniş-çıkış arzeder. Yeni doğan bir çocuğun ilk hayâtî tezâhürü ağlamaktır. Hayâtın nihâyeti de, ancak varacağı yüce makâmın gösterilmesiyle hissedilmeyen ölüm ızdırâbı ile biter. Bir Arap şâiri bu hâli mısrâlarında ne güzel ifâde eder:
Seni, annen doğurup attığı gün dünyâya ağlıyordun,
Bütün âlem gülüyordu bir yanda.
Şimdi öyle bir ömür sür ki, ölürken gülesin,
Çağlasın gözyaşı hâlinde cihân arkanda!..
Bu hayâtın başlangıç ve nihâyet noktaları arasında huzûr ve sürûr ile ızdırap ve melâl tezâhürleri birbirini tâkib edip gider. Bundan dolayı halk, bir darb-ı mesel hâlinde:
Gâhî sürûr, gâhî keder,
Böyle gelmiş böyle gider!..
diyerek, beşerî hayâta hâkim olan yokuş ve iniş seyrinin çalkantılarını ifâde etmiştir. Buna göre insan hayâtına hâkim olan bu hâl, derin duyuş ve tefekkür sâhibleri için ızdırâbı gâlib kılan bir vasıf arzeder. Lâkin müstesnâ ve nâdir tecellîlerle de olsa, sürûr ve huzûr anları da eksik değildir. Ki bunlardan biri de bayramlardır.
Dünyâ hayâtında ferdî ve ictimâî müessirlerden bir kısmı nefsânî, bir kısmı ise rûhânî duyguları tahrîk eder. Bayramlar da, bu duygular arasında mânevî olanları harekete geçiren umûmî bir müessirdir. İnsandaki dostluk ve akrabâlık duygularını güçlendirir; şefkat, merhamet, vefâ ve diğergâmlık hislerini bileyler ve coşturur. Dolayısıyla en güzel bayramın yaşanması, dost ve akrabâ râbıtalarını güçlendirerek gönlümüzün, yoksul, garîb, kimsesiz, yetîm, dul, yorgun ve bîtâb gönüllere uzanması ile olacaktır. Dostlarına, yakınlarına, muzdariplere ve bir kenarda kalmış kardeşine sırt dönenler için bir bayram sürûr ve hazzı düşünülemez. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
"Mağfiret îcâb ettiren sebeplerin en mühimi, müslüman kardeşine sevinç vermektir."
Çünkü bayramlar, îmân kardeşliğinin gerçek tezâhür sahneleridir.
O halde, muzdaribi sevindirecek, ona ilâhî bir neş'e ile sükûn bulduracak hakîkî bayramı idrâk etmeliyiz. Böyle bayramlar, kula, hem kendi hazzını hem de başkalarını sevindirmenin hazzını yaşatır.
Zîrâ bayramlar, ferdin değil, toplumun mânevî sevinci, bu heyecanın paylaşılması, gönül iklîmine girme, bütün müslümanları gönülden kardeş hissedebilmedir.
Acaba bizdeki bayram neş'esinden, Kafkasya'daki, Filistin'deki, Bosna'daki kardeşe ne kadar bir hisse gidiyor?
Bu bayramda, kanadı kırık kuş gibi âciz, bitkin ve neş'esiz insanlara ne taşıyabiliyoruz?
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, "kırık kalbler"e hassâsiyetle davranmak gerektiğini beyitlerinde şöyle ifâde eder:
"Senin değer vermediğin, saman çöpü zannettiğin gönül, her şeyin üzerindedir."
"Harâb gönül, Hakk'ın nazargâhıdır. Hakk'ın teşrîf ettiği yerdir. Hakk'ın defîneleri harâb gönüldedir. Harâbelerde pek çok defîneler gömülüdür. Gönlü yaratan ne yüce ve ne güçlüdür."
Bilmeliyiz ki bayram, bir tatil veya ferdî bir neş'e vesîlesi değil, umûmî bir muhabbet, şefkat ve merhametin ve insanî duyguların ictimâî parıltıları olmalıdır.
Gerçek bayram, geniş bir rahmet ve ğufrân iklîmi, sonsuz bir afva mazhar olan müslümanların derin bir îmân heyecanı içinde birbirleriyle kaynaştığı muhteşem hâtırâlarla dolu mübârek bir gün olmalıdır.
Bayram, büyük-küçük, muzdarip-sıhhatli, zengin ve fakîrin müşterek bir sürûr günüdür. Onların hepsinin memnûn olması, bayramların gerçek mânâsının yaşanması ile mümkündür. Bu îtibarla bayram, yaradandan ötürü bütün mahlûkâta sevgi, şefkat, nezâket ve muâvenet vesîlesi olmalıdır.
Büyük velî Seyyid Ahmed Yesevî -kuddise sirruh-'un şu hikmetli mısrâları ne güzeldir:
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen,
Öyle mazlûm yolda kalsa, hem-dem ol sen,
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen!..
....................
Akıllı isen, garîblerin gönlünü avla,
Mustafâ gibi ülkeyi gezip yetîm ara!..
Bayram günü, mahzûnların, kimsesizlerin ve muzdariplerin gönlünü almakla başlamalıdır. Hadîs-i şerîf mûcibince ilk bayramlaşma, en çok alâka, yardım ve şefkate muhtaç olan geçmişlerimizle melâl yüklü selviler altında başlamalıdır. Bu hâl, ölülerle dirilerin hasret gidermesi, haşır-neşir olmasıdır. Fâtihalar ve sadakalar ikrâm ederek geçmişlere bir vefâ borcunun îfâsıdır. Kendisinin de birgün, ziyâretine koştuğu ölülerin hâliyle halleneceğini hatırlayarak, hayâtını bu şuûr ve idrâkin îcâbınca yeniden tanzîm ve kontrol etmenin imkânını elde etme vesîlesidir. Gerçekten ecdâd, insanın kendi âkıbetini lâyıkıyla görebilip ölümden ibret alabilmesi için kabristanları hep şehir ortalarına veya yol kenarlarına yapmıştır.
Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- ashâb-ı kirâma sık sık sorarlardı:
"Ashâbım! Bugün bir yetîm başı okşadınız mı? Bir hasta ziyâretinde ve bir cenâze teşyîinde bulundunuz mu?"
Haret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in ashâba sık sık sorduğu bu suâller, bayramlarda ehemmiyet vermemiz îcâb eden ictimâî ibâdetlerimizin en mühimlerindendir.
Çocuklarımız, yarının büyüğüdür. Bayramlarda onlara olan alâka ve vazîfelerimizi îfâ da, yarınların sağlam te'sîs edilmesinin temel harcıdır. Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bulunan Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, birgün mecsidden eve dönerlerken yolu üzerinde birbirleriyle oynayan çocuklara rastladı. Fakat birden mübârek gözlerine, bir köşecikte kanadı kırık bir kuş gibi hüzünle akranlarını seyreden boynu bükük bir çocukcağız ilişti. Hemen şefkatle çocuğa doğru yöneldiler. Gönülleri okşayan tebessümüyle:
"-Yavrucuğum! Sen niçin arkadaşlarınla beraber oynamıyorsun?" diye sordular.
Çocuğun gözleri doldu:
"-Benim babam öldü! Hem oynayacak kardeşim yok!.." dedi.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, mübârek elleriyle çocuğun başını okşadı ve o esnâda yanında duran torunu Hazret-i Hasan'ı işâret ederek:
"-Sen Hasan'ın kardeşi olmak istemez misin?" dedi.
Bunun üzerine çocuğun yüzündeki keder ifâdesi silindi; elemi, mâsûm ve tatlı bir tebessüme döndü.
İşte Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, ufacık bir çocuğun gönlüne bile kıymet verir, sevgi, şefkat ve merhametiyle onu kuşatırdı. Böylece ümmetine hakîkî bayramın yolunu gösterirdi.
Hakîkî bayram ki, ezelle ebed arasında rûhun bir gurbet diyârı olan bu dünyâda, yaşanan bir kulluk ve takvâ imtihânından sonra Rabbin lutfettiği mübârek bir sevinç günüdür.
Fânî günleri bayram yapan hikmet ve sır, îmân ve onun heyecanını yaşayabilme, muktezâsı ile amel edebilme duygusudur. İbâdet, tekbîr, zikir ve ictimâî yardımlaşmalar, hâssaten garîbe uzanan gönüller ile süslenebilen her bayram günü, ölüm ötesindeki neş'eli günlere bir rahmet meş'alesidir.
Diğer bir ifâde ile de bayram, Ramazanın kıymetini lâyıkıyla idrâk edenler, bu feyizli bereket mevsimini Hakk'a uygun geçirenler, ebedî lezzetleri fânî lezzetlerden üstün tutanlar ve âhıret neş'elerini dünyâ zevk u safâsına tercîh edenler için Rabbin ilâhî bir ziyâfet günüdür.
Bayram, bu bakımdan düşünüldüğü zaman mânevî bir zaferin kutlanmasıdır. İlâhî bir kazancın ictimâî sevincinin yaşanmasıdır. Dolayısıyla bayram, ferdin değil, umûmun sevincidir. Büyük bir şükür nişânesi olan bayram namazı da ferdî olarak değil, cemâat ile kılınır. Mü'minler, bayramda dînî hisleri ve muhabbetleri ölçüsünde feyz alır, nûrâniyet kesbeder.
Diğer taraftan, dünyâ hayâtının âdetâ kısa bir Ramazan mevsimi, bayramının da rızâ ve seâdet tecellîleri ile açılacak bir âhıret günü olduğunu hatırdan çıkarmamak lâzımdır.
Bir de bunun ötesinde kalbini her an "Kadir Gecesi" feyziyle dolduranlar vardır ki, onların yaşadığı rûhânî zevk, kelâma sığmaz. Bu, ilâhî nîmetlerin en büyüğü olan cennet ve ru'yet-i cemâlullâh hazzının şu fânî hayâta akseden nâdir insanlara mahsûs bir tecellîsidir. Bu zevke sâdece ve sadece kalb-i selîm sâyesinde varılır. Nitekim âyet-i kerîmede de:
"O gün ne mal fayda verir, ne evlâd! Ancak kalb-i selîm ile gelenler müstesnâ!.." (eş-Şuarâ, 88-89)
buyurularak, dünyâda bel bağlanılmış olan mal ve evlâdın âhırette bir fayda vermeyeceği gerçeğinin arkasından kalb-i selîme işâretle âhıretteki seâdet sermâyesinin sadece o olduğu beyan edilmiştir. Kalbin "selîm" vasfını kazanabilmesi için dünyâda ele geçen fırsatların en mühimlerinden biri de, umûma mahsûs bir haz, sürûr ve merhamet meşheri olmak vasfında bulunan bayramları hakkıyla idrâk ve bu idrâkin îcâbına göre ihyâ etmektir.
Behlül Dânâ Hazretleri bayramı ne güzel târîf eder:
"Bayram, yeni elbiseler giyinmek için değil, ilâhî azâbdan kurtuluşa erip selâmet ve emniyette olabilmeyi sağlayacak merhamet tezâhürlerinin gerçekleşebilmesi içindir.
Bayram, güzel binitlere binmek için değil, hatâ ve günahları temizleyerek nefsi berraklaştırmak ve böylece Allâh'a götürecek bir kalb-i selîme sâhib olmak içindir."
Bunun içindir ki, bayramın hakîkî mânâsı her fertte onun gönlüne göre tezâhür eder. Gönül ne kadar merhamet, muhabbet ve sürûr yüklü ise, bayram da o kadar engin ve ihtişamlı olur.
Nice zamandan beridir ki, ülkemizde ve âlem-i İslâm'da bayramların bu ulvî mâhiyetinden bir hayli uzaklaşılmış bulunulmaktadır. Birçokları, bayramı bir tatil zannederek seyâhate çıkmakta, onun ictimâî ve rûhânî vasfını yitirmektedir. İslâm'ın özünden inhirâfın tabiî bir neticesi olan şu menfîliği bertaraf ederek bayramları hakîkî mâhiyetine göre yaşayabilmek, içinde bulunduğumuz İslâmî gayret ve faâliyetlerimizin en ehemmiyetli bir cüz'ünü teşkîl etmelidir.
Zîrâ bayram, İslâmî idrâk ve ictimâî ahlâkın en kâmil tezâhürlerinden biridir. Yeniden uyanış ve diriliş mevsiminde bulunan ülkemizde bayramlar, bu silkinişin aynı zamanda bir göstergesidir.
Zîrâ bayramları ne ölçüde hakîkî mânâsıyla idrâk edebildikse, o ölçüde İslâm'ın diğergâm ve feyizli yolunda ilerlemişiz demektir. Buna göre şu bayramda nefislerimizin muhâsebesini, gösterdiğimiz merhamet ve hizmet tezâhürleriyle mizân ederek bulunduğumuz noktayı yeniden tesbît ve tâyin etmeliyiz.
Ne seâdet, bayramları muzdariplerin tebessümüyle aydınlatabilenlere!
Ne mutlu bayramın bütün güzel tezâhürlerine ma'kes olarak ümmeti kucaklayabilen mü'min gönüllere!..
YORUMLAR