Cihad Meydanında Mücahid Bir Peygamber (s.a.v.)

Kalb, tekallüb eden, yani her an şekil ve görüş değiştiren bir varlık olduğuna göre bu, hüsn-ü istîmal edilerek, ulvî yollara, emellere yöneltilecek olursa, Allahü Teâlâ’nın izni ile baha biçilemeyen bir cevher haline gelir.

Meselâ salih ve sâdıklarla ülfet edildiğinde kalb, yani gönül âlemi inkişaf eder, hakikati görür. Fasıklarla ülfet edildiğinde, kalb nefsin yardımı ile sahibini, fısk u fücur ehlinden eyler. Münafık kimselerle ülfet edildiğinde, kalb safiyetini, temizliğini kaybeder, zamanla o kalb sahibini, münafıklardan, kötülerden eyler. Dinî itikadı zayıf insanlarla ülfet edildiğinde kalb, şeytanın da iğvâsı ile bocalar, sahibinde şüphecilik, tereddüt, istikrarsızlık hâli kendini gösterir, daima içindeki vesvese kendini yer, bitirir, sonunda itikatsızlardan olur.

Daima bunlara şâhid olmaktayız. Çok kötüler vardır ki, iyilerle ülfet ettiklerinde, onların cemiyetlerinde bulunup, sohbetlerinden, güzel ahlâklarından (Cenâb-ı Hakk’ın izni ile) istifâde ederek, rah-ı müstakime vasıl olmuşlardır ve olmaktadırlar.

Çok iyiler de, akılsızlıkları dolayısıyla, kötü arkadaşlarla ülfet etmektedirler. Bu irfansızlıklarının neticesi olarak da, fâsıklığa, münafıklığa, hatta dinsizlik belâsına düşmektedirler.

Ebû Hureyre -radıyallahu anh- rivayet eder: Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdular:

“Kim gaza ve cihad etmeksizin, cihadı arzu edip de kendi kendine (keşke ben de mücahitlerden olsaydım) demeksizin vefat ederse münafıklık huyundan bir şube üzerine ölmüş olur.” (Müslim, İmâre, 158, Ebû Dâvud, Cihad, 18)

Hazret-i Ali -radıyallahu anh- anlatıyor:

– Bedir’de savaş bütün şiddetiyle devam ederken bazan biz Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in arkasına sığınıyorduk. Hepimizin en cesuru o idi. Düşman saflarına en yakın yerde o bulunurdu.” (Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

Huneyn Savaşı’nda düşman savleti karşısında, İslâm ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştı. Fakat Allah’ın Rasûlü yerinde sebat ettikden başka, hayvanını mütemadiyen ileri sürmüş, düşman her taraftan, onu hedef almıştı. Vak’aya iştirak eden Berâ -radıyallahu anh-’a soruldukta:

– Sen de o gün ric’at edenler içinde miydin? O da:

– Evet, Ben de ric’at edenler arasında idim. Fakat şehâdet ederim ki, Hazret-i Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yerinden bir adım gerilemedi. Savaş, vahşi bir yangın gibi yayıldığı zaman hepimiz Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-’in etrafına sığındık. O’nun yanında durmak en büyük cesâret kaynağımızdı, buyurmuştur. (Müslim)

Enes b Sabit -radıyallahu anh- anlatıyor:

– Bizim hepimizin en cesuru Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’di. Bir gün Medine’de düşmanın şehre girdiği haberi yayıldı. Herkes müdafaaya hazırlandı. Fakat Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-, derhal hareket ederek eyerlenmesini bile beklemeden atın sırtına atlamışlar, şehrin istilaya uğradığı söylenen kısmına koşmuşlardı. Allah’ın Rasûlü her tarafı teftiş ettikten sonra geri dönerek herkesi teskin ile korkanların korkusunu gidermişti. (Buhârî, İbn-i Hanbel)

Ebû Hureyre -radıyallahu anh- anlatıyor:

Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işittim:

– “Nefsim, kudret elinde olan Allah’a yemin olsun ki, bütün mü’minlerin, benim bulunduğum her savaşa katılmak arzuları olmasa ve orduya vasıta temin etme kaygısı bulunmasa idi, istisnasız bütün savaşlara katılırdım.

Kudret ve iradesiyle yaşadığım Allah’a yemin olsun ki, Allah yolunda şehid olup dirilmek, tekrar tekrar şehid olup dirilmek ve sonunda yine şehid olmak isterdim.” (Sâdık Dânâ, İslam Kahramanları-1, s. 10.)

PAYLAŞ:                

Sâdık Dânâ

Konya Kadınhanı’nda doğdu. Babası hayır sever bir tüccar olan Ahmed Hamdi Bey, annesi Âdile Hanım’dır. Dedesinin babası Topbaşzâde Ahmed Kudsi Efendi (ö. 1889), Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden Boz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle