Hak’tan ve Yaptığından Razı Ol - Rızası Yolunda Bir Hayat Sür

İnsanoğlu kendi güzellik ölçülerini tesis ederek, her şeyi en güzel yaratan Rabbimizin ilâhi güzellikleri ile âdeta bir kavgaya tutuşmuştur. İnsan cüz’î irâdesi ile küllî iradenin kendisi için seçip râzı olduğu güzelliklerin sır ve hikmetlerini çözerek huzurlu bir hayat yaşamak yerine nefsani meyillerinin peşinde koşmayı ve fıtrat dışına çıkmayı tercih ediyor.

Görebildiğimiz bu âlemde iki büyük nizama şâhidiz. Birincisi dışımızdaki kâinat ki, Yüce Yaratıcı görünür görünmez bütün âlemlerde her şeyi eksiksiz, kusursuz, zâtına lâyık bir nizam ve düzen içinde yaratmış, özellikle insanın da bu ilâhî nizamı tekrar tekrar okumasını emretmiştir. “O (Allah) yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmanın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak ve (düzensizlik) görüyor musun?” (Mülk, 3) buyruluyor.

Diğer taraftan, bütün âlemlerin özü (zübde-i âlem) olarak ifâde edilen insan da ahsen-i takvîm / yaratılışın en güzel şekliyle vücûd bulmuştur. İnsan cismiyle en güzel, ruhu ciheti ile en mükerrem bir varlıktır. “Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma (yaşanacak bir alan) kılan, göğü de bina eyleyen, size şekil verip şekillerinizi de güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah… Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir.” (Mü’min, 64)

İnsanın yaratılış hikmeti ise, bu ilâhî nizam içinde, Hak elçileri vasıtası ile kendisine bildirilen ilahi hudûd ve hukuk çerçevesinde kulluğunu gerçekleştirmektir. İnsan hem kendi fıtratının dışına çıkmayacak hem de kendi dışındaki ilâhî nizama müdahale etmeyecektir. Bütün peygamberler insanın kendi yaratılış güzelliklerinden kopup, toplum düzeninin de bozulduğu zamanlarda gelmiş ve insanı aslî fıtratına döndürmüştür. Kimi, iktisâdî, kimi âilevî, kimi akidevî, kimi hukukî sapmaları yeniden aslî hüviyetine iade etmişlerdir.

Nebiler silsilesinin son halkası, din nimetinin kendisi ile tamamlanıp kemâle ulaştığı Sevgili Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de Yüce Yaratıcının seçip râzı olduğu bütün güzellikleri bizzat yaşayarak insanlığa tebliğ için gönderilmiş, teşriflerinden önce, yine insan tarafından bozulmuş nice dengeler, O rahmet Peygamberi vâsıtası ile aslî dâiresine dönmüştür.

Câhiliyye Arapları, ayın ilahi nizamına müdahale edemeyince, onunla ilgili ahkâmı değiştiriyorlardı. Haram aylar olarak bilinen harbin yasak olduğu aylarda, harplerine devam etmek için, o ayı bir ay daha geç kabul etmeleri böyle bir tatbikattı. Tevbe suresi, 37. âyet-i kerimesi: “O nesî (bir haram ayı geciktirme adeti) olsa olsa küfürde bir fazlalıktır. Kâfirler onunla şaşırtılır onu bir yıl helâl bir yıl haram sayarlar ki, Allah’ın haram kıldığının sayısına uydursunlar da Allah’ın haram kıldığını helâl kılsınlar. İşte böylece kendilerine kötü işleri güzel gösterildi. Allah da kâfir olan bir kavmi doğru yola iletmez…” buyruğu ile, ilâhi nizam ve hukuk üzerinde kulların müdahalesinin nasıl bir sapıklık olduğunu beyan etmektedir.

Zaman kendi tabii akışına Allah Rasûlü’nün teşrifiyle kavuştu. Veda Haccında Sevgili Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “İşte şimdi zaman Allah’ın yarattığı ilk günkü şeklini almış oldu. Bir sene 12 aydır.” buyurdular. Böylece zaman üzerindeki haksızlık ortadan kalktı, senenin ayları üzerinde oynamalar son buldu, aylar ilk yaratılıştaki gibi yerli yerine oturdu ve yaratılıştaki periyoduna girdi.

Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- insanın, Allah’ın yarattığı fıtrat üzere, kâinattaki nizamla bir ahenkle yaşaması için Hakk’ın insanoğluna en büyük lütfudur. O’nun vasıtası ile insanlığa bildirilen son din de, sapasağlam (ed-dinü’l-kayyim) bir dindir.

İnsanın yaratılışında hem iyi hem de kötü özellikler vardır. Bunların kendi içinde bir denge ile devamı için ilahi hudud diye ifâde edilen emir ve yasaklar manzumesi teklif edilmiştir. İnsan bu emir ve yasaklar çerçevesinde bir hayatı yaşamayacak olursa hem bizzat kendi vücûd ve ruh dengesi, hem toplumundaki farklı dengeler bozulmakta, daha da ötede insanların amelleri yüzünden karada ve denizde fesat belirmektedir. Tabiattaki ilahi tecelliler değişmekte, içki ve uyuşturucu gibi alışkanlıklar insandaki en büyük nimetlerden biri olan akli dengeyi bozarken gayri meşrû ilişkiler, zina nesilleri ifsad etmekte, cinayetler hayat nizamını, hırsızlık gibi meşrû olmayan kazanç yolları bütün iktisadi dengeleri alt üst etmektedir.

Hâlbuki insan cinsinin, başta kendi fıtrî özellikleri olmak üzere hayvanatın ve nebatatın yaratılış kanunlarına müdahalesi bizzat Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Sıhhî ve tabiî bir ihtiyaç yokken sırf daha bir güzellik olsun diye vücut üzerinde yapılan ameliyeler, fıtratı bozmak küllî irâde ile çatışmak olarak kabul edilmiş ve men edilmiştir. Hadis kaynaklarında bu hususta açık nebevî beyanlar bulunmaktadır.

İbn-i Mes’ud -radıyallahu anh-‘den nakledildiğine göre kendisi: “Dövme yapan, yaptıran, yüzünün tüylerini yolan, güzel görünsün diye dişlerini seyrekleştiren, Allah’ın yarattığını bozan kadınlara Allah lânet etsin” demişti. Bu rivayeti işiten bir kadının İbn-i Mes’ud’u aşırı gitmekle suçlaması üzerine o aziz sahabi şöyle mukabelede bulundu: “Peygamber’in lânet ettiği kimseye niçin lânet etmeyecekmişim? Peygamberi izlemek Allah’ın kitabında emredilmiştir. Allah Teâlâ: ‘Peygamber size ne verirse onu alın, sizi nehyettiğinden de uzak durun.’ (Haşr, 7) buyurdu” demişti. (Riyazu’s-Salihin Terceme ve Şerhi, Erkam Yayınları, c. 7, s. 120)

Günümüzde, güzellik adına insanoğlunun denemeyeceği yol, yapamayacağı bir masraf hemen hemen yok gibidir. İnsanoğlu kendi güzellik ölçülerini tesis ederek, her şeyi en güzel yaratan Rabbimizin ilâhi güzellikleri ile âdeta bir kavgaya tutuşmuştur. İnsan cüz’î irâdesi ile küllî iradenin kendisi için seçip râzı olduğu güzelliklerin sır ve hikmetlerini çözerek huzurlu bir hayat yaşamak yerine nefsani meyillerinin peşinde koşmayı ve fıtrat dışına çıkmayı tercih ediyor.

Fıtrat, insan olarak yaratılmanın tabiî gerekleri ve bütün din ve şeriatların ortaklaşa benimsedikleri değerleri içine alan şümullü bir mefhumdur. Rasûlullah Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ashabını temizliğe, tertipli olmaya teşvik eder, insanları rahatsız edecek her türlü dağınıklık ve görüntüden de nehyederdi. Şöyle buyururlardı: “Peygamberlerin sünneti (fıtrat) beştir. Sünnet olmak, kasıkları traş etmek, tırnakları kesmek, koltuk altını temizlemek ve bıyıkları kırpmak.” (Buhari, Libas)

İki cihanın selamet ve huzuru, Hak’tan ve yaptığından razı olup, rızası yolunda bir hayat sürmekten ibarettir.

Dû cihanda bulmak istersen necât/Ravza-i pâk-i Resûle ver salât. (Yusuf Sâmî Efendi)

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle