İhlas ile İman Birbirini Tamamlar

İhlâs, kulun kalbini arındırıp saflaştırması mânevi hastalıklardan kurtularak bütün söz ve davranışlarında sadece allah’ın rızasını gözeterek riya (gösteriş), süm’a (duysunlar) ve ucub (kendini beğenme) illetlerinden uzak kalabilmesidir. dolayısı ile ihlâs kalblerde gizli olan bir duygu, îman da aynı şekilde dışarıdan hiçbir kimsenin tespit edemediği bir kabuldür ki bu ikisi birbirini tamamlar.

Dikkat ediniz, ben Habîbullâh’ım, ancak övünmek yok!” (Tirmizî, Menâkıb,1/3616; Dârîmî, Mukaddime,8)

İlk insan, ilk peygamberden başlaya rak son peygamber Nebiler Sultanı Efen dimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e kadar bütün Hak elçilerinin ortak bir sözü vardır ki o da Yüce Yaratıcının varlığı ve birliğin hakikatidir. Her peygamber gönderildiği topluluğu: “Şüphesiz ben, size gönde rilmiş güvenilir/emîn bir peygamberim. (Gelin) Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücre t im ancak âlemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Şuara, 108, 110, 126) beyanı üzere sadece Allah’a karşı sorumluluğa ve kendi elçiliğinin kabul edilip itaat edil mesine davet etmiştir. Nebîler serveri -sallallâhu aleyhi ve sellem- de aynı şekilde, insanları bir ke limede buluşturmak üzere görevlen dirilmiştir. O kelime, önce “Lâ ilâhe il lallah” diye başlayıp “Muhammedün Rasûlullah” ifâdesi ile tamamlanan ezelî ve ebedi bir hakikattır ki, bu “ke lime-i tevhid” dir. Hakîkatin ta ken disidir. Efendimiz risâletine bu ke limeye davet ile başlamış bu kelime ile mü’min olunabi leceğini ve kalınabileceğini ifade etmiş, hayatı bu keli me ile yaşayıp son nefesi ni bu kelime yani Lâ ilâhe illallah sözü ile bitirebilenin Cennete girebileceğini be yan etmiştir. Tarık bin Ziyad radıyalla hu anh anlatıyor: “Ben Rasû lullah’ı Zül-mecaz çarşısında görmüştüm. Üzerinde kırmızı bir elbise vardı. Yükses sesle ‘Ey insan lar! Lâ ilâhe illallah deyin ki kurtulunuz.’ buyurarak gerçek ma’bud’un sadece Allah olduğuna şahitlik edilmesini, sadece O’na ibadet edilmesini telkin ediyordu.” Rasûl-i Ekrem’in ilk safhada sadece Arap kabilelerine yönelik bu davetini, Cenâb-ı Hak geçmiş din mensuplarına da yapmasını emretmişti: “-(Ey habibim) De ki: Ey kitab ehli! Bi zimle sizin aranızda ortak bir söze gelin. Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin. Eğer onlar (bu da’vete karşı) yüz çevirir lerse deyin ki: Şahid olun biz müslümanlarız.” (Al-i İmran, 64 Bu ilâhi hitapla, çeşitli milletlerin, farklı dinlerin, değişik kitapların, hak bir sözde nasıl birleşebilecekleri, İslâm’ın in sanlık âleminde ne kadar geniş, ne kadar doğru bir hidayet yolu olduğu ve bunun la bütün insanlığın ortak bir değeri olan bir hürriyet kanununu öğretmiş olduğu gösterilmiştir. (Elmalılı) “Lâ ilâhe illallah” beyanı İslâm’a girmek için bir anahtarıdır. Bu anahtar an cak “Muhammedün Rasûlullah” ikrarı ile kapıları açar. Nitekim Mekke’nin reisi Ebû Süfyan Mekke fethinde îman ede cek bir kıvama gelmişti. Peygamberimiz kendisine: “-Hâlâ Lâ ilâhe illallah diyeceğin vakit gelmedi mi yâ Ebû Süfyan?” diye sordu. O da bunun üzerine:- Lâ ilahe illallah dedi. Fakat Peygamberimiz bunu kâfi görme di ve: “- Hâlâ Muhammedün Resû lullah diyeceğin vakit gelmedi mi Ebû Süfyan” buyurdu. O da:-Muhammedün Rasûlul lah / Muhammed Allah’ın Rasûlüdür dedi ve îmanı tamam oldu. Eğer bir kim senin îmanı için sadece Lâ ilâhe illallah’ı söyle mek kâfi gelmiş olsaydı Efendimiz bunu yeterli görüp, “Muhammedün Resûllullah diye söyleme sini istemezdi. Ancak istedi. Ebû Süfyan onu da söyleyin ce îmanını tamamlamış oldu. Bütün peygamberlerin or tak sözü kelime-i tevhid ile bütün insanlık aynı ifâde ile Yüce Yaratıcının varlığını, birliğin, yegâne mutlak güç vekudret sahibi olduğunu ikrar eder. Rabbimizin tek ma’bud olduğu ikrârı Hak Teâlâ’yı tevhid ettiği gibi insanlık ailesinde de bir inanç ve ha yat tarzı birliği sağlanmış olur. Kısaca İslâm hem Yüce Yaratıcının tevhid inancını pekiştirir hem de insanlığın tevhidini sağlar. Ancak önemli bir nokta insanın kelime-i tevhidi ihlâs ile söylemesi zaruretidir. Zeyd ibni Erkam -radıyallâhu anh-’ın rivayeti ile Rasûlul lah -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyurdular ki: “- Kim ihlâs ile Lâ ilâhe illallah derse Cennete girer.”- Peki, onun ihlâsı nasıl diye sorulunca da: “-Bu ikrar ve îmanın söyleyeni Allah’ın ha ram kıldıklarından alıkoymasıdır” buyurdu. (Taberânî) Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlul lah beyanı ile insan, yeni bir idrak ve kabûle ulaşırken aynı zamanda bir hayat tarzını da kabullenmiş olur. Sonrası ise bu hayat tarzını gerçekleştirebilmek için, ömür boyu karşıla şacağı imtihanlar ve bu imtihanlardan başarılı çıkabilmek için maldan, candan, nefisten fe dakârlıklardır. İhlâs, kulun kalbini arındırıp saflaştırması mânevi hastalıklardan kurtularak bütün söz ve davranışlarında sadece Allah’ın rızasını gözete rek riya (gösteriş), süm’a (duysunlar) ve ucub (kendini beğenme) illetlerinden uzak kalabil mesidir. Dolayısı ile ihlâs kalblerde gizli olan bir duygu, îman da aynı şekilde dışarıdan hiçbir kimsenin tespit edemediği bir kabuldür ki bu ikisi birbirini tamamlar. Rasûlullah Efendimiz bir ibâdet veya zikre sevap verileceğini bildirirken “kalbden ihlâs ile yapmayı” (Buharî), sevabına inanıp karşılığını sa dece Allah’tan beklemeyi ve samimi bir niyeti şart koşmuştur. Yine bir hadis-i şeriflerinde: “-Kul büyük günahlardan kaçınır (takva ha yatı yaşar) ve tam bir ihlâsla ‘Lâ ilâhe illallah’ derse gök kapıları açılır ve bu söz Arş’a kadar yükselir” buyururlar. (Tirmizî, Deavat) Allah Rasûlü’nün terbiyesi ile İslâm’ın en yüce güzelliklerine ulaşan sahabe neslinin îman-ibâdet ve cihad heyecanı yanında, ken dilerinden nakledilen ihlâs misalleri de her devrin müslümanı için bir ideal ölçüsü olma lıdır. Bir bedevî Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek îmân etti ve O’na tâbi oldu: “-Senin yanına hicret edeceğim” dedi. Nebî -sallallâhu aleyhi ve sellem- bazı ashâbına onu kollamalarını tavsiye buyurdu. Bir gazve nihâ yetinde Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- esirler elde etti. Bunları mücâhidler arasında taksim ederken bu bedevîye de hisse ayırdı. Ona ayırdığı malları ashâbına teslim etti. Bu zât o esnada ashâbın binek hayvanlarını güdüyordu. Yanlarına geldiğinde hissesini ona verdiler. O: “-Nedir bu?” diye sordu. “-Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in se nin için ayırdığı hissedir” dediler. Onları alıp Rasû lullah’ın yanına geldi ve: “-Ya Rasûlallah! Bunlar nedir?” diye sordu. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “-Sana ayırdığım hissendir” diye cevap verdi. O: “-Yâ Rasûlallah! Ben sana bunun için ittibâ etmedim. Lâkin, -boğazına işaret ederek- şuram dan okla vurulup şehîd olayım da Cennete gire yim diye ittibâ ettim” dedi. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “-Allah’a karşı sâdık olursan Allah da senin sö zünü doğru çıkarır!” buyurdu. Bir müddet durduktan sonra düşmanla kıtâle kalktılar. Az sonra birkaç kişi bu zâtı taşı yarak Efendimiz’e getirdi. Tam işâret ettiği yere ok isabet etmişti. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “-Bu o mu?” diye sordu. “-Evet!” dediler. Allah’ın Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “-O, Allah’a verdiği söze sâdık kaldı, Allah da onun sözünü doğru çıkardı” buyurdu. Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- onu kendi cübbesiyle kefenledi, sonra öne koyup ce naze namazını kıldırdı. Onun için yaptığı duâlar arasında şu cümleler işitildi: “Allah’ım bu kulun, senin için hicret etmek üze re yola çıktı ve şehid olarak öldürüldü. Ben de buna şehâdet ediyorum.” (Nesâî, Cenâiz, 61/1951) Esefle ifâde edilirse, muhtelif sanat ehlinin bazen ilahlaştırıldığı, oyun ve eğlence mekân larının mabed olarak ifade edildiği günümüzde, büyük bir gafletle ifade edilen bu sapmaların vahy ve nebevî ölçülerle La ilâhe illallah tevhîdi ile sahih bir akîdeye, “yalnız Sana ibadet ederiz” idraki ile doğru bir ibâdet hayatına yönlendiril mesi son derece önem arzetmektedir. Zira; “Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltir ler, Allah’ın kitabına sarılırlar, dinlerini Allah’a has kılan (ihlaslı)lar mü’minlerle beraberdir. Al lah mü’minlere büyük bir mükâfat verecektir.” (Nisa, 146) Olursa ümmetinin çok günahı Ya Rasûlallah Ne hoşdur onlara çeşmin nigâhı Ya Rasûlallah (La edrî) 

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle