Hayat ve ölüm kelimeleri insanın geçici hayatındaki hem sevinçleri, nimetleri, mutlulukları hem de acıları, çileleri, sıkıntıları temsil ediyor. İnsanoğlu var olduğu günden beri bir taraftan kendisine sunulan bütün nimetlerle, diğer taraftan da mahrûmiyet ve acılarla hayatı da ölümü de yaşıyor. Her iki halde nasıl bir davranış göstermesi gerektiği ise hem vahiyle beyan ediliyor hem de vahyi tebliğ eden Hak elçilerinin en güzel örnek davranışları ile gösteriliyor.
Yüce kitabımızın beyan ettiği en dikkat çekici hakikatlerden biri dünya hayatının bir deneme/imtihan olduğudur. Hayat ve ölüm; biri insanın şu dünyada başlangıç noktası, diğeri de başka bir âleme geçiş anıdır. İlâhî beyanla her ikisi de en güzel davranışın denendiği imtihan alanlarıdır. İnsan hayatın ne anlama geldiğini, ilâhî bir irâde ile niçin var edildiğini doğru idrâk edebildiği, aynı şekilde ölümün de ne olduğunu ve ölüm ötesini doğru okuyabildiği müddetçe imtihanı kazanacak.
Hayat ve ölüm kelimeleri insanın geçici hayatındaki hem sevinçleri, nimetleri, mutlulukları hem de acıları, çileleri, sıkıntıları temsil ediyor. İnsanoğlu var olduğu günden beri bir taraftan kendisine sunulan bütün nimetlerle, diğer taraftan da mahrûmiyet ve acılarla hayatı da ölümü de yaşıyor. Her iki halde nasıl bir davranış göstermesi gerektiği ise hem vahiyle beyan ediliyor hem de vahyi tebliğ eden Hak elçilerinin en güzel örnek davranışları ile gösteriliyor.
Nimetlerle, sevinçlerle, imkânlarla imtihanı ancak şükredenler kazanıyor. Şükür; insanın mutlu olduğu, huzur duyduğu bütün güzelliklerin gerçek sahibini bilmek, her nimeti veriliş maksadına uygun kullanmak, kendisi dışındakileri de bu nimetlerden faydalandırabilmektir. Farklı tecellilerle, malda ve canda yaşanan imtihanı ise, ancak sabreden, isyan etmeyenler kazanıyor.
İnsanlık âlemi için ilk imtihan, Cennette başlıyor. “Biz: Ey Âdem! Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete yerleşin, orada kolaylıkla, istediğiniz zaman, her yerde cennet nimetlerinden yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın.” (Bakara, 35) buyruğu ile insana ilk sınır cennette konuluyor. İlk imtihan da yine cennette. İnsanın Yaratıcı’nın koyduğu bu sınıra uyması beklenirken fakat sonra “Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde bulundukları (Cennetten) onları çıkardı...” (Bakara, 36)
Akabinde ise yeryüzünde bir sınav başlıyor: “Âdem -aleyhisselam-’ın iki oğlu Rablerine birer kurban takdim etmişlerdi de birisininki kabûl edilmiş, diğerininki ise kabûl edilmemişti.” (Mâide, 27) Bu kabûl edilmeyiş verilenin değersizliğini o nimetleri verene vermek sûreti ile imtihanı kaybetmekti. Yüce Yaratıcıya, bir bedel istemeden verdiği nimetlerin en değersizini sunmak gerçekten kaybediştir. İmtihanı kazanan ise en güzelini takdim ederken “Allah ancak takva sahiplerinden kabûl eder” (Mâide, 27) demişti.
Gerek Cennetteki bu ilk sahne, gerekse yüce kitabımızda beyan edilen Habil-Kabil kıssası bizlere insanın şu dünyaya bir imtihan/deneme için geldiğini hatırlatır… Ve buyruluyor: “Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (Al-i İmran, 186)
Tarih boyunca en büyük imtihanların muhatapları, başta peygamberler olmak üzere önce îman edenler/dini yaşayanlar ve dini tebliğ edenler olmuştur. En büyük bedeller îman için, mü’min olarak hayatı devam ettirebilmek ve son nefesi mü’min olarak verebilmek için ödenmiştir.
Yüce kitabımızda gerek Fir’avnun sihirbazlarının, gerekse sarayda yaşayan Âsiye validemizin Musa -aleyhisselam-‘a imanlarına mukabil bedel olarak nasıl canlarını verdikleri, Yusuf peygamberin iffetini korumak için zindanı tercih ettiği ve birçok Hak elçisinin, hangi bedelleri ödediği, İslâm ümmeti için birer ibret levhası olarak anlatılır.
Tarihin bu ibretli sahnelerini ilâhî vahiyle ümmetine duyuran Sevgili Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- ise “Bana yapılan eziyet hiçbir peygambere yapılmamıştır.” (Muhtasaru’l mekasıd) buyururken her hususta olduğu gibi sabır, metanet ve rıza makamında da ümmetinin önünde emsalsiz bir örnek sergilemiştir.
Yine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- Cenâb-ı Hakk’ın mü’minleri malları ve canları hususunda devamlı imtihana tabi tutacağını beyanla; “-Erkek olsun, kadın olsun mü’min Allah’a günahsız olarak kavuşuncaya kadar kendisinden çoluk/çocuğundan ve malından belâ (imtihan/sıkıntı) eksik olmaz.” (Tirmizî, Zühd) buyurmuşlardır.
“Allah Teâlâ kulunun ne olduğunu çok iyi bildiği halde onu sıkıntılarla imtihan eder, tıpkı altının ateşte eritilmesi gibi. Kimi bu imtihandan hâlis altın olarak çıkar ki, bu Allah’ın kötülüklerden koruduğu kimsedir. Kimisi de siyah altın olarak çıkar ki o da günahlara düşen kimsedir.” (Hâkim, el-Müstedrek IV, 350)
Özellikle İslâm’ın ilk döneminde mü’minlerin îmanları uğruna çektikleri, bir kısmı îmanlarının bedelini canları ile öderken bir kısmının da darlık ve sıkıntılardan kurtularak nasıl bir izzete kavuştukları tarihi bir gerçektir. Zira “Şüphesiz zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirah, 5-6) buyrulmaktadır.
Habbâb ibni Eret -radıyallahu anh- şöyle anlatır:
Hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde istirahat ederken Allah Rasûlü’nün yanına varıp (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) şikâyette bulunduk ve:
“-Bizim için yardım dilemeyecek, Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz?” dedik.
Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdiler:
“Önceki ümmetler içinde bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da bir testere ile başından aşağı ikiye biçilir, eti-kemiği demir tırmıklarla taranırdı. Fakat bütün bu yapılanlar onu dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, yalnız başına bir atlı, Allah’tan ve sürüsüne kurt saldırmasından başka hiçbir şeyden endişe etmeksizin San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ancak siz acele ediyorsunuz.” (Buhârî, Menâkım 25; İkrâh 1, Menâkıbu’l-Ensâr 29, Ebû Dâvûd, Cihâd, 97)
Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de mü’minlerin, öncelikle iç dünyalarından başlayarak, aile hayatlarında, sosyal hayatlarında, iş hayatlarında, hayatın çok farklı alanlarında İslâm’ı gereği gibi yaşamak noktasında bazen nimetlerle, bazen maddi, ma’nevi, psikolojik sıkıntılarla değişik sınavlardan geçtiği bir gerçektir. Varlıkta şımarmamak, gaflete düşmemek ve şükrün hakikatine ulaşmak, sıkıntılarda da mağlûbiyet psikolojisi ile ümitsizlik girdaplarında boğulmadan bir taraftan ihlas, gayrete sarılmak, diğer taraftan rıza ve teslimiyet içinde yaşayabilmek, bu sınavlardan başarı ile çıkmayı ve Hakk’ın rızasını kazanmayı getirecektir.
Ger dilerse kişi şeytandan necât
Sıdk ile aşk ile desin es-Salât
Ger dilersiz Cennet içre hoş makam
Şevk ile deyin es-salat ü ves-selam
(İpsalalı Ebü’l-hayr)
YORUMLAR