Hatırlandıkça gönüllere bir rahmet damlası gibi iyilik ve güzelliklerin tohumunu atan kimseler vardır. Yine hatırlandıkça günah ve şer arzularını kamçılayan nice şeytânî kişilikler vardır. Anıldıkça üzerine rahmet duaları çeken bahtiyarlarla, hatırlandıkça lanet ve beddualar alan kişiler hiç bir olur mu? Öyleyse insan sadece biyolojik ömrünü hesap ederek yaşamamalı. Öldükten sonra dillerde nâmı nasıl geçecek ona da dikkat etmeli.
Bu âlemde unutulmak acı verir dirilere. Ya bu diyardan göçüp gidenlere acı vermez mi hiç? Elbette verir. Her unutanın unutması elem vermez gönüllere. Fakat öyle unutulmalar vardır ki nice acılar onun yanında tatlı kalır. Hiçbir insan, özellikle sevip değer verdiklerinin gönlünde silinip gitmek istemez. Hep anılmak ister. Nitekim İbrahim -aleyhisselam- Rabbine şöyle yalvarır:
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ
“Sonraki (ümmet)ler içinde benim için bir lisân-ı sıdk (güzel bir medihle anılmayı) nasîb eyle (Allahım!)” (Şuarâ; 84)
Rabbimiz, kimi kullarını unutturmaz. Kimini sevdiği için kimine de gazap ettiği için. Kur’ân-ı Kerim’de özellikle seçtiği elçilerini (peygamberlerini) hem kendi zikreder hem de onların unutulmamasını emreder. “Her birine selâm olsun” diyerek de hayırla yâd eder. Firavun ve Nemrut gibileri de anar, unutturmaz; ibret-i âlem olsun diye. Bir kul için yüce katında övgüyle ve rıza ile anılmak ne büyük bir şereftir. Hak katında hayırla yâd edilmek, yalnız seçilmiş peygamberlere mi hastır; yoksa bu lütuf kapısı diğer kullara da açık mıdır? Şu âyet-i kerime, Rabbimizi dünyada unutmayan her bir kulun, Hak tarafından da unutulmayacağının da cümle âleme bir ilanı gibidir:
“Siz beni anın (zikredin) ben de sizi anayım…” (Bakara; 152)
Evet O’nu gece gündüz her anında, yaptığı her işinde, darlıkta ve bollukta; ulûhiyetiyle, rubûbiyetiyle, ahkâmına uymak suretiyle bir fani olarak daimî olarak ananlar, dünyada ve âhirette O Bâkî’nin yüce izzetinde unutulup gitmeyecek ve belki unutturulmayacaklardır da.
Halk katında anılanlar da iki türlüdür. Bir grup, mümin gönüllerde anılır; bir grup da kâfirler ve fasıklar güruhunda anılır. Biri rahmet nişanı, diğeri gazab-ı ilâhî alâmetidir. Mü’minlerin gönlünde yer almak, Hak katında makbûliyetin de bir müjdesi sayılır. Zira onlar, Allah’ın yeryüzündeki şahitleridir. Hakk’ın şahitlerinin gönüllerinde rahmetle, muhabbetle ve saygıyla anılmak, her müminin İbrahim -aleyhisselam- misali yüce bir talebi olmalıdır. Dünyada iken itibar ve şöhretin afete sebep olabilme ihtimali var ise de vefattan sonra bir rahmet vesilesidir. Öyleyse mümin gönüllerde hüsn-i hâl ile yer bulabilmek, büyük bir ikram-ı ilâhîdir. Buna mukabil, fasıkların, münafıkların ve kafirlerin itibar ettiği, iltifat ettiği ve sevdiği biri olmak ise bedbahtlık nişanıdır. Böyle bir hâle düşmekten Allah’a sığınmalıdır.
Mevlânâ -kuddise sirruh- der ki:
“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir”
Evet, ârif kulların gönüllerinde yer bulmak ne büyük bir lutf-i ilâhîdir. Hiç şüphesiz bu nimetin taksimi de âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Durum böyle olmakla birlikte bize “Allah’ın fazl ve ihsanından isteyiniz” emrini veren de O’dur. Öyleyse böyle bir ikramı ve lütfu yüce Hazretinden ümit etmek her birimiz için açılmış bir fırsat penceresidir. Söz, amel ve hâl olarak bu büyük lütfun da talibi olmalıdır.
Kâbe’nin inşası sırasında Hazret-i İbrâhim -aleyhisselam-’ın üzerine çıkıp duvar ördüğü ve üstünde insanları hacca davet ettiği kabul edilen taş veya onun bulunduğu yer Kâbe’nin yanı başında “Makâm-ı İbrâhim” olarak yer almıştır. Bu ibretli tabloya bakarak denilebilir ki:
“Öyle izler bırakmalı ki, o izlerin bulunduğu yerler sahibi için mübarek olsun, kıyamete kadar da Hakk’a kulluğa vesile olan bir iz/işaret/sembol olsun!”
Evet, bu dünyadan göçerken “izlenecek izler” bırakmak ne büyük bir âhiret sermayesidir. Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin şu müjdesi bu hazineye işaret eder:
“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.” (Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64)
İnsanın biyolojik ömrü elbette sınırlıdır ve bir gün bitecektir. Fakat bıraktığı izlerle ömrü belki kıyamete kadar uzayacaktır. Evet bu izler de amel defterlerinde yer alacaktır. Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:
اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟
"Şüphesiz biz, ölüleri mutlaka diriltiriz. Onların yaptıklarını ve bıraktıkları eserlerini (izlerini) de yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta bir bir kaydetmişizdir." (Yâsîn; 12)
İlimler bırakan âlimler,
İrfan mirası bırakan ârifler,
Yetişmiş nice nesiller bırakan muallim ve mürebbiler,
Çil, çil kubbeler, medreseler, şifâhâneler ve vakıflar bırakan mimarlar, müteberriler,
Huzurla yaşanan bir vatan ve değerler bırakan şehidler ve gaziler,
Ahlâk ve edep timsâli nice er oğlu erler,
Ve daha burada sayamadığımız nice güzel insanlar, güzel atlara binip gitseler de hala eser ve izleriyle aramızda yaşamakta ve belki de kıyamete kadar da yaşayıp gideceklerdir. Böylelerini unutmak büyük bir eksiklik olduğu gibi unutturmak da büyük bir vebaldir.
Hatırlandıkça gönüllere bir rahmet damlası gibi iyilik ve güzelliklerin tohumunu atan kimseler vardır. Yine hatırlandıkça günah ve şer arzularını kamçılayan nice şeytânî kişilikler vardır. Anıldıkça üzerine rahmet duaları çeken bahtiyarlarla, hatırlandıkça lanet ve beddualar alan kişiler hiç bir olur mu? Öyleyse insan sadece biyolojik ömrünü hesap ederek yaşamamalı. Öldükten sonra dillerde nâmı nasıl geçecek ona da dikkat etmeli. İsmi geçince evlâd ü iyâlinin, akraba ve yaranın utandığı, daraldığı, gazaplandığı biri değil; hasretle aranan, dualarla yâd edilen, hayır ve şükür duygularıyla gönülleri ferahlatan bir aziz insan olmaya bakmalıdır.
Hülâsa bu âleme veda ederken şairin şu dizelerinde ifade ettiği gibi hoş bir sada bırakıp gidebilmelidir:
Kırılır da bir gün tüm dişliler
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler
Şenlenir evimiz barkımız bizim
Yokuşlar kaybolur çıkarız düze
Kavuşuruz sonu gelmez gündüze
Sapan taşlarının yanında füze
Başka alemlerle farkımız bizim
Kurtulur dil tarih ahlâk ve iman
Görürler nasılmış neymiş kahraman
Yer ve gök su vermem dediği zaman
Her tarlayı sular arkımız bizim
Gideriz nur yolu izde gideriz
Taş bağırda sular dizde gideriz
Bir gün akşam olur biz de gideriz
Kalır dudaklarda ŞARKIMIZ bizim...
(Necip Fazıl Kısakürek)
YORUMLAR