Abdülkâdir Geylânî -kuddise sirruh- hazretleri buyurur:
– Allah’ı sevmekte cidden sâdık ve samîmî olan bir mürid, önceleri insanları gördüğünde, onlardan herhangi bir söz işittiğinde veya bir dünyalığa nâil olduğunda, daralır, sıkılır. Öyle ki, mahlûkâttan hiçbir şey görmek istemez. Kalbi şaşalar, aklı gâip olur. Gözü kayar, o derecedeki kalbinin başına rahmet eli gelip de kendisine sükûnet getirinceye kadar bu hâl üzre devam eder. İzzet ve celâl sahibi Rabbine yakınlık kokusunu koklayıncaya kadar esriklikten kurtulamaz.
Allah’a yakınlık esansını kokladığı an ise derhal ifâkat bulur, ayılır, mânevî sarhoşluk ve vecd hâlinden kurtulur. Tevhidde, ihlâsta, Rabbini tanımada, O’nu bilmede ve O’na olan muhabbette iyice istikrar kesbettiği zaman ise kendisine sebat gelir. Halka karşı geniş olma ve onlara tahammül etme duygusu hâsıl olur. Allah Teâlâ'dan kendisine bir kuvvet gelir. Böylece hiçbir külfet duymadan, halkın ağırlıklarına katlanır, onlara yaklaşır, kendilerini arar, bütün meşgalesi halkın hizmetlerini görmek olur. Bu esnâda Allah zülcelâl velkemâl hazretleri ile beraber olmaktan da bir an dahî geri durmaz.
*
Hakk’ı gerçek sevenlere, hakîkaten dünya cennet hâline gelir; çünkü onların gönüllerini Allah sevgisi öyle ihâta eder ki, abes hiçbir şey göremezler. Severler, severler, severler gene severler, sevgi sözünden başka her konu onları, sıkar sıkar, huzurlarını alır. Sevgi tam kemâl bulunca, o zaman yalnız Allah’ın sevdiğini severler. Allah’ın buğz ettiği müşrikleri, din düşmanlarını sevemezler, onlar da onlara buğz ederler, düşman bilirler. Denilmiştir ki, hakîkî muhabbet üç şeyle belli olur: 1. Seven sevdiğinin sözünü başkalarının sözüne tercih eder. 2. Kişi sevdiğinin sohbetini, başkalarının sohbetine tercih eder. 3. Kişi sevdiğini memnun etmeyi başkalarını memnun etmeye tercih eder.
Bir âlime sorulur:
– Âşık kimdir ve hâli nedir? Cevap verir:
– İnsanlarla az haşır neşir olur. Rabbi ile daha çok baş başa kalır. Görünüşü sessizdir. Fakat devamlı tefekkür hâlindedir. Baktığı zaman görmez, çağrıldığı zaman işitmez. Konuşulduğu zaman anlamaz. Başına bir felaket gelse üzülmez. Aç kalsa açlık hissetmez. Görünüşü pejmürdedir. Allah’tan başkasından korkmaz. Tenhalarda, Allah’a münâcaat eder. Dünyalık yüzünden, dünyacılarla çekişmez.
Birgün Hazret-i İsâ bahçe sulamakta olan bir delikanlıya rast gelir. Delikanlı Hazret-i İsâ’ya, “Sevgisinden kendisine zerre miktarı vermesi için Rabbinden istekte bulunmasını ister. Hazret-i İsâ, zerre miktarı Allah sevgisine dayanamayacağını söyleyince, “o hâlde zerrenin yarısını versin” der. Bunun üzerine Hazret-i İsâ, “Yâ Rabbî! Bu delikanlıya zerrenin yarısı kadar sevginden ver!” der ve geçer gider. Bir müddet sonra gene aynı yere gelince, o delikanlıyı sorar. Halk:
– O delirdi, dağa çıktı, derler. Hazret-i İsâ o genci kendisine göstermesi için Allah Teâlâ'ya dua eder ve onu dağda bir kayanın üstünde semâya yönelmiş olarak bulur. Selâm verir, fakat genç selâmı almaz. Bunun üzerine:
– Ben İsâ’yım, diye seslenir. Fakat Allah Teâlâ, Hazret-i İsâ’ya vahy yoluyla buyurur ki:
– Ey İsâ, kalbinde zerrenin yarısı kadar benim sevgim bulunan bir kimse, insanların sözünü nasıl işitir. İzzetim ve celâlim hakkı için söylerim, eğer o delikanlıyı testere ile kessen, bunun farkına varmaz. Kim üç şeyi iddia eder, üç şeyden kendini temizlemez ise o aldanmıştır.
- Allah’ın koyduğu ahlâk esaslarına uymanın zevkliliğini söyler, fakat dünyanın sevgisini bırakmaz ise.
- Amellerini sırf Allah için yapmayı sevdiğini söyler, fakat insanların da kendisine tâzim etmesinden hoşlanır ise.
- Allah Teâlâ’yı sevdiğini söyler, fakat nefsini terbiye etmez ise o kimse aldanmıştır.
Bir kâmil demiştir ki:
Ârif olan mesrûr olur,
Mesrûr olan Âşık olur,
Âşık olan mukarreb olur,
Mukarreb olan vâsıl olur,
Her murâdı hâsıl olur. (Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-2, s. 208)
YORUMLAR