Kim üç şeyi iddia eder, üç şeyden kendini temizlemez ise, o aldanmıştır.
- Allah’ın koyduğu ahlâk esaslarına uymanın zevkliliğini söyler, fakat dünyanın sevgisini bırakmaz ise,
- Amellerini sırf Allah içi yapmayı sevdiğini söyler, fakat insanların da kendisine tazim etmesinden hoşlanır ise,
- Allah Teâlâ’yı sevdiğini söyler, fakat nefsini terbiye etmez ise o kimse aldanmıştır. Sevginin kemâli, bütün mevcûdiyetiyle kalbin Allah’ı sevmesidir. Gönül başkasına iltifat etdiği nisbetde, başkası ile meşguliyeti var demektir. Sirke konmak istenen bir bardakda su bulunduğu vakit, ne kadar su varsa o nisbetde az sirke alacağı gibi, başkası ile meşgul olan kalb de, o meşgale nisbetinde Allah sevgisi azalır. Bardağı tamamen sirke ile doldurabilmek için, suyunu tamamen boşaltmak gerekdiği gibi, kalbi de tamamen Allah sevgisi ile doldurmak için başka her şeyden temizlemek lâzımdır.
*
Abdülkâdir Geylânî kuddise sirruh hazretleri buyurur:
– Kul Allah’ı tanıdığı zaman insanlar onun kalbinde yer etmez, çıkar. Ve tıpkı kuruyan yaprakların ağaçtan dökülmesi gibi dökülürler. Böylece onun kalbi, insanlardan tamamen arınmış, temizlenmiş olarak kalır. Bu mertebeye ulaşan kişi, kalbi ve özü yönünden insanlara karşı kördür, sağırdır, onları görmez, sözlerini işitmez...
Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur:
– Sizden Allah’a en sevgili ve en yakın olanınız, başkaları ile kaynaşan ve kendisi ile kaynaşılabilen insandır. Mü’min de başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilendir...
Buradaki bu inceliğe dikkat etmek lâzımdır. O da: Allah için uzleti ve yalnızlığı tercih eden ve toplumdan uzak, tek başına yaşayan kimseden başkaları ile dost olan ve kendisi ile dostluk kurulabilen kişiliğin ve bu özelliğin gitmemesi gerçeğidir.
Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-, burada insanda doğuştan bulunan ahlâkî bir yapıya işaret etmiştir. Böyle bir ahlâk, ehliyet ve kabiliyet bakımından yetkili olan, herkesin yanında kemâle erebilir. İnsanlar arasında bu vasfa en fazla sahib olanlar, önce peygamberler sonra da velilerdir. Hepsi içinde ülfet bakımından en üstün olanı da şüphesiz Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selemdir.
Yine bunun içindir ki, yüksek mertebeye yükselen herkes Allah’a kavuşmayı sever, ölümü arzu eder. Ve ölmekden hoşlanır. Ancak marifetde daha çok kemâl bulmak için yaşamak ister. Çünkü marifet bir tohum gibidir. Tohum ne kadar kuvvetli ve çok olursa, mahsul de o nisbetde çok olur. Zaten marifet, sahili bulunmayan bir deryâdır. Allah Teâlâ’nın celâlini ihâta ve onu tam mânâsıyla anlamak muhaldir.
Allah Teâlâ’nın, zatını, sıfatını, ef’alini ve mülkündeki sırları bilmek, ne kadar çoğalır ve kuvvetlenirse, âhiret nimetleri de o nisbetde büyür ve çoğalır. Bu tohum, iyi ve çok olduğu o vakit, mahsulün çoğalması gibidir. İşte bu tohum ancak dünyada temin edilir. Ve ancak temiz gönüllere ekilir. Mahsul ise ancak âhiretde alınır. Bunun için Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem:
– “Saadetlerin efdali, Allah’a itaat yolunda geçen uzun ömürdür” buyurmuşlardır.
Zira marifetin çoğalıp kemale ermesi, fikir ve mücahedeye devam ile dünya iyiliklerinden uzaklaşmak ve yalnız O’nu aramakla, uzun ömür sayesinde temin edilir. Âhiretde en çok mes’ud olanlar, Allah’ı en çok sevenlerdir. Çünkü âhiret demek, Allah Teâlâ’ya yönelmek ve O’na kavuşmak saâdetine erişmek demekdir. Uzun iştiyakdan sonra, ebediyyen sevgilisine kavuşup hiçbir engel olmadan sevgili ile devamlı olarak başbaşa kalmaktan daha büyük sevinç ne olabilir?
Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-6, s. 114
YORUMLAR