Kurtuluş Allah’ın Kitabına Sarılmakla Olacaktır

Bütün risalet hayatı müddetince Allah Rasûlü’nün sahabisini inşâ ettiği iki ana mektebi olmuştur. Bunlar Mekke’de Dâru’l Erkam, Medine-i Münevvere’de ise Mescid-i Nebevi’nin hemen bitişiğinde Suffe’dir. Her iki mektebin de ana kitabı Kur’an idi. Mekke’de Daru’l-Erkam’da talim edilen Kur’an âyetleri ile kalblerde yeni bir akide ve anlayış kökleşirken Medine’de yine Kur’an âyetleri ile cemiyetin bütününü kuşatan yepyeni bir hayat tarzı tesis edildi.

“Allah, sözün en güzelini; âyetleri güzellikte birbirine benzeyen ve hükümleri, öğütleri, kıssaları tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların derileri vücudları ürperir. Sonra derileri de, vücudları da, kalbleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini doğru yola iletir.” (Zümer, 23)

Cenab-ı Hakk’ın “en güzel söz” olarak vasfettiği bu ilâhî âyetle insanlığa yine Hakk’ın “en güzel örnek” olarak inananlara takdim ettiği “en güzel insanın” risâleti ile ulaşmıştır, çünkü Nebiler serveri Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in en mühim vazifesi Kur’an-ı Kerim’i okuyup tebliğ etmek ve anlatmak idi.

Huzeyfe radıyallahu anh şöyle anlatır:

“Bir gece Allah Rasûlü (s.a.v.) ile beraber namaza durdum. Bakara Sûresi’ni okumaya başladı. Ben içimden; «Yüzüncü âyete gelince rükûya varır herhâlde.» dedim. Yüzüncü âyete geldikten sonra da okumaya devam etti. «Herhâlde bu sûre ile iki rekât kılacak.» diye zihnimden geçirdim. Okumasına devam etti. «Sûreyi bitirince rükûya varır.» diye düşündüm. Ancak yine bitirmedi, Nisâ Sûresi’ni okumaya başladı. Bitirince de Âl-i İmrân Sûresi’ne geçti. Ağır ağır okuyor; tesbih âyetleri geldiğinde «سُبْحَانَ اللّٰهِ» diyor, duâ âyeti geldiğinde duâ ediyor, istiâze âyeti geldiğinde de Allâh’a sığınıyor, (bir mesel geldiğinde onun üzerinde tefekkür ediyor)du. Sonra rükûya vardı, «سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ» demeye başladı. Rükûu da kıyâmı kadar sürdü. Sonra, « سَمِعَ اللّٰهُ لِمَنْ حَمِدَهُ رَبَّنَا لَكَ الْحَمْدُ» diyerek (doğruldu). Rükûda kaldığına yakın bir müddet kıyamda durdu. Sonra secdeye vardı. Secdede, « سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلٰى» diyordu. Secdesi de kıyâmına yakın uzunlukta sürdü.” (Müslim, Müsâfirîn, 203)

Âlemlerin Rabbi, Sevgili Habibi hakkında müşriklerin çıkardığı çeşitli söylenti ve ithamlara karşılık “Onların ne dediklerini biz daha iyi biliyoruz. Sen onlara karşı bir zorba değilsin. O halde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.” (Kaf, 45) buyurmuştu. Böylece O’nu teskin ederken, aslında esas görevinin de insanları îmana ve dînî hayata zorlamak değil Kur’an’ı durmadan okuyarak, açıklayarak, tebliğde bulunarak, onları dine ve Hakk’a davet etmek olduğunu beyan etmektedir.

Nitekim Cenab-ı Hakk’ın bu ilâhi emrine ittiba eden Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz kendisini risalet vazifesinden vazgeçirmek isteyen Mekke müşrik topluluğuna sadece Kur’an okuyarak cevap verdi.

Efendimiz’in Harem-i Şerif’de yalnız oturduğu bir günde Utbe bin Rebia, “Arkadaşlar! Muhammed şurada yapayalnız oturuyor. Gitsem kendisi ile tenhâca görüşsem, dediklerinin bazısına müsaade etsem, o da mümkün ki iddialarının bir kısmından vazgeçer, biz de bu işten kurtulmuş oluruz” deyince yanındakiler bu teklifi münasip bulduklarını söylediler.

Utbe kalkıp Nebiler Sultanı’nın yanına gitti ve önceden beri yapageldikleri tekliflerin tümünü tekrarlayarak sözlerini tamamladı. Onun bütün söylediklerini büyük bir sabırla dinleyen Efendimiz:

“-Ey Velid! Sözün bitti mi” buyurdu.

-Evet cevabını alınca da:

-“Öyle ise şimdi beni dinle” diyerek besmeleden sonra Fussılet Sûresi’ni okumaya başladı. Utbe şaşkın şaşkın dinliyordu. Nebiyy-i Zîşân Efendimiz: “Yüz çevirirlerse de ki: Sizi Âd ve Semud’un şiddetli azabı gibi bir azabla korkutuyorum” ayetine gelince Utbe büyük bir telaşla “merhamet yâ Muhammed” diyerek elini Rasûlullah Efendimiz’in mübarek ağızlarına götürdü. Efendimiz tilavetine devam ederek sûredeki secde âyetine geldi. Bu ayette kalkıp secde ettikten sonra:

“-İşittin mi Ey Ebâ Velid? İşte sen ve işte Allah kelamı.” buyurdu. Utbe, o an müslüman olmadı. Ancak dinlediği Kur’an’ın ve vakûr bir nebevî tavrın tesiriyle bir müddet evine kapanıp kaldı, kimse ile görüşemedi.

Allah’ın Rasûlü bir taraftan müşrikleri Yüce Kur’an’a îmana davet ederken, diğer taraftan da mü’minleri dâima Kur’an’ı okumaya ve başkalarına okutmaya teşvik ederdi. Buyurmuşlardır ki:

-Allah, geceleyin iki rekat namaz kılan (Kur’an okuyan) bir kuluna kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Kul namazda olduğu müddetçe başı üzerine rahmet ve sevab yağar durur. Kullar Allah’a, Ondan gelen (Kur’an) gibisi ile yaklaşamazlar. (Ahmed, Tirmizi, Fedâilü’l-Kur’an)

Siz Allah’a ondan gelen (Kur’an)dan daha faziletli bir şeyle dönemezsiniz, (yaklaşamaz, huzuruna çıkamaz ve lütfuna tekrar nail olamazsınız). (Tirmizi, Fedâilü’l-Kur’an, 17/2912)

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Kur’ân’ı okumayı sevdikleri gibi dinlemeyi de çok severlerdi. Abdullah bin Mes‘ûd (r.a) şöyle anlatır: Bir gün Rasûlullah (s.a.v):

“–Bana Kur’ân okur musun!” buyurdular. Ben:

“–Ey Allah’ın Rasûlü, Kur’ân size indirilmişken ben mi size Kur’ân okuyacağım?!” dedim. Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Ben, Kur’ân’ı başkasından dinlemeyi de severim” buyurdular. Bunun üzerine kendisine Nisâ Sûresi’ni okumaya başladım. 41. âyete gelip “Her ümmetten bir şâhit getirdiğimiz ve seni de onlara şâhit olarak gösterdiğimiz zaman hâlleri nice olacak!” diye okuyunca “Şimdilik yeter!” buyurdular. Bir de baktım ki mübârek gözlerinden yaşlar akıyordu. (Buhârî, Tefsîr, 4/9; Müslim, Müsâfirîn, 247)

Gerçekten Kur’ân-ı Kerîm’i huzur ile dinlemek de Allah’ın rahmetine nâiliyetin en başta gelen sebeplerinden biridir. Büyük müctehid ve muhaddislerden Leys ibn-i Sa‘d (v. 175/791), “Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin!” (el-Aʻrâf, 204) âyet-i kerimesinden hareketle rahmet-i ilâhiyyenin en hızlı Kur’ân’ı dinleyen kimseye ulaşacağını bildirmiştir. (Kurtubî, el-Câmi’, 1: 9)

Âyet-i kerimede şöyle buyrulur:

“...Allah’ın âyetleri mü’minlere okunduğunda, onların îmanlarını artırıp güçlendirir.” (el-Enfâl, 2)

Şüphesiz Kur’an’ı okumaktan, dinlemekten, mânâları üzerinde uzun uzun tefekkürden asıl gaye, öncelikle kalbi vahy-i ilahi ile buluşturduktan sonra, hayatı canlı bir Kur’an olarak yaşayabilmektir. İmam-ul Enbiya olan sevgili Efendimiz’in bütün düşünceleri, sözleri, filleri hep vahy-i ilâhiye göre şekillenmişti. Gündüzün başlangıcında ve sonunda, gecenin başlangıcında ve sonunda ya Kur’an-ı Kerim’den bazı âyetler okur veya mübarek dudaklarından, Rabbi ile nasıl bir ilişki içinde olduğu anlaşılan nebevî dualar arz edilirdi. Çoğunlukla istirahat için yatağına uzanacağında Felak ve Nas sûrelerini okur, gece namaz için uyandığında ise Al-i İmran suresinin son on ayetini okuyarak derin bir tefekküre dalardı. Bu yönüyle de Risâlet-i Muhammedî Yüce Kelam-ı İlâhî ile şekillenen bir ömür, Nebiler Sultanı Efendimiz de yaşayan bir Kur’an idi.

Bütün risalet hayatı müddetince Allah Rasûlü’nün sahabisini inşâ ettiği iki ana mektebi olmuştur. Bunlar Mekke’de Dâru’l Erkam, Medine-i Münevvere’de ise Mescid-i Nebevi’nin hemen bitişiğinde Suffe’dir. Her iki mektebin de ana kitabı Kur’an idi. Mekke’de Daru’l-Erkam’da talim edilen Kur’an âyetleri ile kalblerde yeni bir akide ve anlayış kökleşirken Medine’de yine Kur’an âyetleri ile cemiyetin bütününü kuşatan yepyeni bir hayat tarzı tesis edildi.

Sahabi Efendilerimiz de gerek Kur’an-ı Mecid’in açık emirleri, gerekse nebevî tavsiye ve teşviklerle Kur’an’la ilgili vazifelerini hiç ihmal etmezlerdi. Hasta ve yolcu da olsalar, cihad ediyor da olsalar Kur’an hiziplerini daima okurlardı. Develerinin üzerinde ilâhî kelamı okuyarak yolculuk yapar, mola verince ise nafile namaza koşar, bu namazlarında uzun uzun Kur’an tilavet ederlerdi.

Ümmet-i Muhammed olarak fiilen ve amelen Kur’an telakkimizi ve onunla ilgimizi şu nebevî beyan çerçevesinde yeniden değerlendirmek gerekir:

Hz. Ali radıyallahu anh der ki: Bir gün Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem’in- şöyle buyurduğunu işittim:

“Dikkat edin ileride büyük bir fitne olacaktır!” Ben:

− “Ey Allah’ın Rasûlü! Bu fitneden kurtuluş nasıl olacaktır?” dedim. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’ın Kitabı’na sarılmakla… Çünkü onda sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi, aranızdaki meselelerin hükmü vardır. O, hak ile batılı birbirinde ayıran kesin bir hüküm olup gayesiz bir kelam değildir. Her kim zorbalık yaparak ondan uzaklaşırsa Allah onun işini bitirir. Her kim de doğru yolu ondan başkasında ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O, Allah’ın sağlam ipidir ve hikmet dolu sözleridir. O, Sırat-ı müstakîm’dir. Arzu ve istekler sadece onunla hakkın dışına çıkmaz, diller onunla karışıklığa düşmez. Âlimler ona doyamaz. Fazla tekrarlamaktan dolayı eskimez ve tadı azalmaz. Onun hayranlık veren mesajları, bitip tükenmez. O, öyle bir kitaptır ki: Cinlerden bir grup onu dinleyince şöyle demek mecburiyetinde kalmışlardır: “Biz ne güzel bir Kur’ân dinledik, doğruyu eğriden ayırt etme bilincine ulaştıran bir Kur’ân ve böylece ona iman ettik artık bundan sonra Rabbimizden başkalarına ilahlık yakıştırmayacağız.” (Cin sûresi, 1-2) Kim ona dayanarak konuşursa doğru söz söylemiştir. Kim onunla amel ederse sevap kazanır. Kim onunla hüküm verirse adaletli davranmış olur. Ona davet eden doğru yola iletilir.” (Tirmizî, 2906)

 Hakayık ilminin Sen mahremisin Ya Rasûlallah

Vücudun zahmının sen merhemisin Ya Rasûlallah…

(Niyazi-i Mısrî)

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle