Kulun kalbine; her şeyden evvel ‘‘bütün nîmetlerin bir tek mün’imi vardır’’, diye bir fikir ve ihtar hâsıl oldu mu “Allah benden şükür istiyor, hizmetinde devam ve ziyâde istiyor, şükür etmediğim takdirde nîmetini benden izâle edeceğini ve azabının geleceğini hatırlatıyor! Bana bir peygamber gönderdi, onu mûcizelerle teyit etti, benim her şeyi bilen ve her şeye kâdir olan bir Rabbimin olduğunu haber verdi, her taatın sevabını, her mâsiyetin ikâbını bildirdi, emretti, nehyetti” diye düşünürse en azından böyle bir istidlal ile Allah’a dönmekten başka çare bulamayacak, kalbinde gitgide yakîn hâsıl olacak, âhiret hazırlığına girişecek, şerîatin erkânını zahir ve bâtınıyla öğrenmeye, ilmini ve mârifetini Allah’ın emirlerini ve Rasûl’ünün sünnetlerini yaşayarak kemâle erdirmeye çalışacaktır. İbâdetlere yöneldiği vakit ekseri insanlar gibi kendisinin de günahlara battığını görecek ve:
“Ben şu hâlimle ibâdete yönelsem ne olacak? Bunca zamandır günâhlarda ısrar etmişim, mâsiyetlerde bulunmuşum…” gibi fâsit fikirlere mâruz kalacak, fakat gelen ihtar ile:
“Her şeye rağmen Allah’a tevbe etmeliyim, beni bütün bunlardan ancak O kurtaracaktır. Mâsiyetlerimin kirlerinden temizlenip O’nun hizmetine salih kul olacağım!” diyecek, tevbe menzilinde aldığı ihtar onu kurtarmış olacak. Kul, hukukuna ve şartlarına riâyetle sâdık bir tevbe ettiği vakit sülûküne bakacak. Onu ibâdetlerden alıkoyan ve onu can evinden saran dört tane azılı düşman görecek: Dünya, halk, şeytan, nefis.
Şimdi o bu tehlikelerle karşı karşıyadır. Fakat dört taraftan bunları kesip atmaktan başka çaresi yoktur: Dünyadan tecerrüt, halktan teferrüt, şeytanla muhârebe, nefisle mücâhede etmelidir. Bu dördüncüsü hepsinin en zor olanıdır. Çünkü ondan tecerrüt de mümkün değildir, şeytan gibi bir defada kahretmek de mümkün değildir.
Fakat kul, çaresiz bırakılmış da değildir: Nefsini takvâ yularıyla bağlayacak, Hak yolunda kendisine münkad kılacak yâni boyun eğdirecek, hayra sevk edecek ve fesatlardan men edecektir.
Kul buna da muvaffak olunca ona ârız olan ve ibâdete yönelmekten meşgul eden dört mânî daha kendisini karşılayacaktır:
1- Zarûrî olan rızık talebi,
2- Korktuğu her şeyden; umduğu, arzu ettiği veya istemediği, sâlih veya fâsit olduğunu bilmediği şeylerden dolayı göreceği ihtar.8
3- Onu dört taraftan saracak sıkıntılar ve musibetler, karşısında dikilen şeytanın muhârebesi, halkın muhâlefeti ve nefsin huysuzluğu.
4- Karşılaşacağı türlü türlü kaza cilveleri. Bunları da dört şeyle kesecektir:
a- Rızık hususunda üzerine düşen vazifeyi yaptıktan sonra Allah’a tevekkül…
b- Tehlikeli yerlerde Allah’a tefvîz-i umur, yani işi Allah’a bırakmak…
c- Sıkıntı ve musîbet zamanlarında sabır…
d- Allah’ın kazasına rızâ…
Bu dört çare ile dört mefsedeti kestikten sonra nefis tembel, somurtmuş, neşesiz, hayra koşmayan, gaflet ve batâete meyil eden, bir sürü lüzumsuz şeylerle vakit kaybettiren, mâsiyete teşvik eden bir belâ olarak karşısına dikilecek, kul bunu da recâ ve havf makasıyla kesecek.
Mahmud Sâmî Ramazanoğlu, Fatiha Sûresi Tefsiri, s.28- Erkam Yayınları
YORUMLAR