Bu sene okuyucularımıza muhterem Osman Nûri Topbaş hocamızın kaleme aldığı “Müslümanın Gönül Dünyası” isimli eseri hediye edeceğiz. Sağlık şartlarındaki sıkıntılar yüzünden vicahi görüşmelerin azaldığı bir zamanda bu eserin gönül âlemimizi şenlendirecek muhtevası ile hepimize iyi geleceğini ümit ediyoruz.
ÖNSÖZ
Biz âciz kullarını yoktan var eden, varlıklar içinde ahsen-i takvîm üzere yaratılmış bir “insan” kılan, insanlar içinde ehl-i îmân, ehl-i îmân içinde Hazret-i Muhammed Mustafâ r Efendimizʼe ümmet olmakla şereflendiren Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleriʼne nihâyetsiz hamd ü senâlar olsun.
Nûrʼunun yaratılması ile ilk, gönderilişte ise son Peygamber, âlemlere rahmet, bütün insanlığa emsalsiz örnek şahsiyet ve insanlıkta tecellî eden ilâhî sanat hârikası olan Fahr-i Kâinât Efendimizʼe, Oʼnun pâk âilesine ve güzîde ashâbına sonsuz salât ü selâmlar olsun.
Cihan, sessiz bir Kur’ân, Kur’ân da sesli bir cihan olduğuna göre; bir müʼmin de, her ikisinin kavşağında bulunan bir irfan mihrâkı ve tecellî âbidesidir. Erişilmez incelikler ve dibi görülmez derinliklerin örneği olarak yaratılan insan, yüksek kıymetini, ancak Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde yaşamakla muhafaza edebilir.
İslâmʼın en mühim berekâtından biri, insanın gönül âlemini inkişâf ettirmesidir. Bunun için kul, Kurʼânʼın kavlî, Kâinat Kitabıʼnın ise kevnî âyetlerinin tefekküründe derinleşmelidir. Zira Cenâb-ı Hak, kullarını bu âfak ve enfüs cilveleri içinde muhabbet, yakınlık ve dostluğuna davet etmektir.
İşte bu dâvete icâbet edebilen sâlih ve ârif kullar yakînen idrâk etmişlerdir ki;
–Salkım salkım yıldızlı âvizelerle süslenmiş gökler,
–Türlü ziynetlerle bezenmiş yeryüzü,
–Sayısız ilâhî nakışlarla tezyin edilip insana âdeta bir endam aynası olarak ihsân edilen bu muhteşem kâinat, aslâ gâyesiz ve tesâdüfî bir kuruluş manzarası vermemektedir. Bilâkis her zerresinde nice sır ve hikmetlerin bulunduğunu, idrâk sahiplerine hâl lisânıyla beyân etmektedir.
Hakîkaten, beşer idrâk ve zevkinin ötesinde, âdeta bir gelin odası îtinâsıyla döşenmiş olan bu kâinat, -bitkileriyle, hayvanlarıyla, insanlarıyla, cemâdâtıyla- en küçük hücrelerine, zerrelerine, hattâ atom içindeki elektron, nötron, proton ve daha keşfedilememiş kuarklar gibi esrarlı unsurlarına kadar, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerinin vitrini mesâbesindedir. Eser Müessir’in, sanat Sanatkâr’ın şâhididir.
Gören, duyan ve hisseden kalpler; bu kâinatta, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerinden başka bir şey görmezler. Bu âlemdeki kevnî âyetler olan güllerin, sümbüllerin, bülbüllerin hâl lisânına âşinâ olurlar.
Her varlıkta Cenâb-ı Hakk’ın “el-Bârî” ve “el-Musavvir” esmâsının tecellîlerini seyreder; rüzgârların, nehirlerin, dağların sessiz beyanlarını işitirler. Karşılaştıkları acı-tatlı bütün hâdiselerin arka planındaki murâd-ı ilâhîye nazar eder, verilen ilâhî mesajları gönül gözüyle okurlar.
İşte bu gönül ufkuna ulaşan ârif kullar, Hakkʼa dostluğun muhtelif tecellîlerine nâil olmuşlardır. Rabbimiz onlardan kimini Şâh-ı Nakşibend eyleyip tasarruf ve mârifetullahʼta eşsiz bir himmet deryâsı kılmış; kimini Mecnun gibi aşk çöllerinde dolaştırmış; kimini hayret vadilerinde gezdirmiş; kimini azamet-i ilâhiyye karşısında dilsiz eylemiş; kimini Yunus Emre gibi aşk bülbülü kılmış, kimini de Hazret-i Mevlânâ gibi gönlünden hikmet incileri saçan bir mânâ deryâsı eylemiştir.
Mârifetullahʼta mesafe kateden müʼminler, ilâhî aşk ve muhabbetinin müstesnâ tecellîlerine müstağrak hâlde bulundukları için, her şeye ibret nazarıyla bakarlar. Her varlık ve hâdisenin hikmetine îtibâr ederler.
Bu sebeple diğer insanlardaki kâinat hârikalarını alelâde görme gafleti, onlarda bulunmaz. Gerçekten, sıradan bir insan, bir ressamın tabiatı taklit ederek meydana getirdiği tabloları takdirle temâşâ ederken, kâinat ve onun Hâlık’ı karşısında aynı takdir hissini duyamaz. Bütün hârikaları “ef’âl-i âdiye” (sıradan işler) olarak telâkkî eder. Hak dostları ise, gerçek Sanatkâr ve O’nun eserleri karşısında hayret ve heyecan duyan bir kalp ile yaşarlar. Kudret-i ilâhiyyenin tabiatta vücuda getirdiği sonsuz hârikaların zevkine ererler:
–Sermâyesi aynı toprak olan bitkilerin rengârenk yaprak ve çiçeklerine, bunlardaki menevişlere, ağaçların renk, koku, lezzet ve şekilde sonsuz farklılık arz eden meyvelerine,
–Ancak bir iki haftalık ömrü olduğu hâlde kelebeğin kanatlarındaki muhteşem desenlere,
–İnsanın yaratılışındaki hârikulâdeliğe nazar ederler ve gözün görmesi, beynin idrâk etmesi gibi sonsuz ilâhî hârikalar ve bunların “lisân-ı hâl” denilen sırlı beyanlarına dikkat kesilirler.
Böyle kullar için bütün bir kâinat, okunmayı bekleyen bir kitap gibidir.
İşte Cenâb-ı Hak, bir müʼminin ilâhî azameti, şu büyük nizâmın esrar ve hikmetini, gerçek mahiyetiyle kavramasını ister. Bunun yolu da Cenâb-ı Hakkʼın emir ve nehiylerine cân u gönülden râm olmak, İslâmʼı aşk, vecd ve istiğrak ufkunda yaşamaya gayret göstermektir.
Yüce dînimiz İslâm, hayatın bütün muhtevâsını tanzim eder. Ömrün her ânını ilâhî düsturlarla âdeta ilmek ilmek dokur. Bir müʼmin de bu yüce dînin îman, ibadet, ahlâk, muâmelât, muâşeret ve hak-hukuka dair rahmet ölçülerine riâyeti nisbetinde örnek bir İslâm şahsiyeti sergileyebilir.
Dolayısıyla bir müʼmin, İslâmʼın hayat veren ölçülerini, zâhir ve bâtın müşterekliği, kalp ve beden âhengi, ruh ve şekil bütünlüğü içinde idrâk edebildiği nisbette kemâl bulur. Bu tekâmülün gerçekleşmesi için, müʼminin akıl ve gönül âlemini Kurʼân ve Sünnet ölçüleriyle yoğurması, ilâhî hikmet ve hakîkatlerin tefekküründe derinleşmesi, son nefese kadar istikâmet üzere yaşamaya gayret etmesi zarûrîdir. Buna mukâbil, kulu Rabbinden uzaklaştıran bütün menfîliklerden de titizlikle sakınması elzemdir.
Zira İmâm Şâfiî gʼin buyurduğu gibi:
“Sen kendini hak ile meşgul etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”
Yine Mevlânâ Hazretleriʼnin buyurduğu üzere:
“Tefekkürün gül ise, sen bir gül bahçesindesin. Tefekkürün diken ise, (aklın-fikrin nefsânî arzularına mağlûp hâlde ise) ateşte yanacak bir külhan kütüğüsün.”
Yani Rahmânî ve ulvî hususların tefekkürü, kalplere rikkat verir, ibadetlerde huşûyu artırır, kulu nefsânî ihtirasların esaretinden kurtarır, gönlü sır ve hikmetlere âşinâ kılar. Bunnun aksine süflî ve şeytânî hususların tefekkürü ise, insanı gaflete sürükler, nefsinin kulu-kölesi hâline getirir.
Günümüzde -maalesef- bâtılın, mâlâyânînin, mâsiyetlerin her yandan gönüllere ve zihinlere musallat olarak insanları var oluş gâyelerinden uzaklaştırdığı, istikâmetlerini bozduğu, âhireti unutturduğu, modern bir câhiliye devri yaşanıyor. Materyalist, kapitalist, liberalist dünya görüşlerini yansıtan televizyon, internet, neşriyat vâsıtaları ve seküler eğitim sistemlerinin menfî telkinleriyle, insanlık maddî-mânevî felâketlere sürükleniyor.
Gönülleri gaflet sarhoşu yapan zamâne şerleri, hak ve hakîkatten lâyıkıyla nasiplenememiş insanları -selde sürüklenen kütükler misâli- önüne katıp götürüyor. Düşen düştüğünün, devrilen devrildiğinin farkına bile varamıyor. Her biri âhirette elîm bir azap sebebi olan haramlar, kerahatler, fıtrata aykırı yönelişler ve türlü rezillikler, âdeta tatlı bir mûsikî gibi nefislere hoş geliyor.
Bu sebeple müʼminler olarak, bu ahlâk erozyonlarından, mânevî savruluşlardan ve bâtıl girdaplarından kendimizi ve neslimizi korumak zorundayız. Bunun için de bizi biz yapan ulvî değerlerimize, bugün çok daha sağlam şekilde tutunmak, hattâ sımsıkı sarılmak mecburiyetindeyiz.
Şüphesiz ki bu değerler; en başta Rasûlullah r Efendimizʼin iki büyük emâneti olan Kurʼân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeʼsidir. Daha sonra ise örnek hayatlarıyla Kurʼân ve Sünnetʼin canlı birer tefsiri olan Hak dostlarının, takvâ ehli âlim ve ârif zâtların gönül âlemlerinden süzülen hikmet damlalarıdır.
Hadîs-i şerîfte buyrulduğu üzere; “Müʼmin, bal arısına benzer.”[1] Bal arısı ise kokuşmuş mezbelelerde değil, nezih gülistanlarda gezer. Arı, peteğini doldurmak için sayısız çiçeğin öz suyunu toplar, polenlerini taşır, neticede şifalı ve lezzetli bir bal hâline getirerek ikram eder.
Biz de daha evvel yayınlanmış makale ve kitaplarımızın spot cümlelerinden seçerek internette yayınlamakta olduğumuz günlük mesajlarımızdan; “Gönül Dergâhından Hakîkat İncileri” adıyla bir kitap hazırlamıştık. Aradan geçen seneler sonra, o kitabın devamı mâhiyetinde, kısa kısa mesajlardan oluşan bu derlemeyi hazırlamış bulunuyoruz.
Bu kitapta, nâçizâne sözlerimizi, Hak âşığı âlim ve âriflerin gönül dergâhlarından devşirdiğimiz hikmet demetleriyle tezyîn ederek, siz kıymetli okuyucularımıza takdim etmeye çalıştık.
Rabbimiz, gönüllerimizi dâimâ hakka, hayra, hikmet ve hakîkatlere istikâmetlendirsin.
His ve fikirlerimizi, hâl ve davranışlarımızı, her dâim rızâsıyla teʼlif eylesin.
Saâdeti, sefâlet çarşılarında arama gafletinden bizleri de nesillerimizi de muhafaza buyursun.
Biz âciz kullarını; ebedî rahmet, mağfiret, rızâ ve muhabbetine nâil kıldığı bahtiyar kullarının zümresine lûtf u keremiyle ilhâk eylesin.
Âmîn!..
Osman Nûri TOPBAŞ
Üsküdar 1442 / 2021
[1] Bkz. Ahmed, II, 199; Hâkim, I, 147; Beyhakî, Şuab, V, 58; Süyûtî, el-Câmî, no: 8147.
YORUMLAR