Aralık ayıyla birlikte, ömür nasibimizden bir yılı daha bitirmek üzereyiz. Küçükler, Allah ömür verirse, bir yaş daha büyüyecek; biz büyükler, yaşlanmaya bir adım daha yaklaşacağız. Yeni bir yılı, kimi insan müjde sayarken, kimileri ise bir ürperti sebebi olarak görür. Zaman, küçük bir çocuğun elini köpürtüp etrafa üfleyerek şişirdiği baloncukların havada uçup sönmesinden daha hızlı eriyip gitmekte… Daha dün annemizin küçük kızıydık. Bugün anneyiz; yarın bir bakmışız, nine oluvermişiz.
Aralık ayıyla birlikte, ömür nasibimizden bir yılı daha bitirmek üzereyiz. Küçükler, Allah ömür verirse, bir yaş daha büyüyecek; biz büyükler, yaşlanmaya bir adım daha yaklaşacağız. Yeni bir yılı, kimi insan müjde sayarken, kimileri ise bir ürperti sebebi olarak görür.
Zaman, küçük bir çocuğun elini köpürtüp etrafa üfleyerek şişirdiği baloncukların havada uçup sönmesinden daha hızlı eriyip gitmekte… Daha dün annemizin küçük kızıydık. Bugün anneyiz; yarın bir bakmışız, nine oluvermişiz.
Eskiden bu tür yakıştırmalara güler geçerdim. Şimdi ise yıllar bir ay hızında, aylar ise bir gün hızında bitiyor. Hâlbuki her gün ruhumuzun sokaklarında bir tellâl bağırıyor:
“-Yetişin ey ahalî! Ömür denen vefâsız arkadaş, arkasını dönüp kaçıyor!” diye…
Her yeni yılı veya yaşı kutlayanlar, geçen yıllarına dönüp gözyaşı döküyor mu?
Her gelecek yılın hesabını yapıyoruz ya geçen yılımızın muhâsebesini yapıyor muyuz?
Akıllı tâcirler, her geçen yılın kâr veya zarar bilançosunu hazırlayıp gelecek yıla yeni bir plânla girerken ya biz kulluğumuzun kâr-zarar bilançosu olan muhâsebemizi hiç yaptık mı?
Yoksa ufak tefek amellerimizle, ebedî cenneti kazanmış olduğumuzu mu zannediyoruz?
Bu dünyada ücretini ödemeden bir ev alamıyoruz, ücretsiz pazardan istediklerimizi çantamıza dolduramıyoruz. Vize ücreti ödemeden bir ülkeye ayak basamazken ebedî cennet hayatımızın bu kadar ucuz olacağı düşüncesi, bize şeytanın vesvesesinden başka nedir ki?
Hasan Basrî -rahmetullâhi aleyh- ise müslümanın hangi duygu derinliği içinde bulunması gerektiğini şöyle anlatıyor:
“Mü’min, Aziz ve Celîl olan Allâh’ın buyurduğu şeyin, tam da buyurduğu gibi olduğunu bilendir. Mü’min insanların amelce en iyisi, korku olarak en şiddetlisidir. Malından dağ kadarını infak etse bile, neticesini gözle görmeden o işten emin olmaz. İyilik ve kulluğu arttıkça da, Allah’tan ayrı kalma korkusu artar. «Kurtulamıyorum, kurtulamıyorum!» der.” (Ebû Nuaym, el-Hilye)
Bugün gidişât, maalesef akıllı bir tâcirin gidişâtı gibi değil! Bir taraftan elimizdeki en önemli ömür nîmeti, su gibi akıp gidiyor, biz de bir taraftan Allâh’ın ihsan ettiği diğer nîmetleri sefihçe har vurup harman savuruyoruz.
Üzerimizdeki her nîmetin hesabı var. Haramın cezası, helâlin hesabı… Önce kendimizi ciddi bir muhasebeden geçirmeli, sonra da çevremizi uyarma vazifemizi yerine getirmeliyiz. Çünkü Rabbimiz, emr-i bi’l-mâruf vazifesi ile hepimizi birbirimize zimmetlemiş. Sadece kendimizin iyi olması yetmiyor. Etrafımızın iyi oluşundan da sorumluyuz.
Dünya avucumuzun içinde… Bir tıkla her şeye ulaşıyor, her şeyi soruyor, her şeyi görüyoruz. Ama ibret alanlarımız çok az…
Zaman israfı, mal israfı, insan israfı vs her türlü israfın haddi-hesabı yok!
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- geliyor aklıma… Bir gün oğlu Âsım’ın yanına giriyor. Âsım, o esnada et yiyormuş. Hazret-i Ömer, “Bu ne?” diye sorunca, o da:
“Canımız çok istedi!” diye cevap veriyor. Ömer -radıyallhu anh-:
“-Bir şeyi çok istediğinde, her zaman onu yer misin? Bir kişiye arzu ettiği şeyi yemesi, israf olarak yeter.” buyuruyor.
Hazret-i Ömer, bugün bizleri görseydi, acaba ne derdi?
Bugün evlerinin kıblesinden habersiz bir gençlik var!
Annesi moda olan kıyafetin peşinde koşarken unutmuş onu, dünyanın girdaplarında…
İşi-gücü para kazanıp onunla huzurun yakalanacağını düşünen babaların ihmal ettiği, kadın ile erkek cinsi arasında kimlik bunalımı yaşayan delikanlılar var, toplumun görmezden geldiği…
Bir zamanlar, “Hevesini alsın, farz olunca yapar!” deyip her türlü rezil giysilerle büyümüş, şimdi ise İmam-Hatib sıralarına bırakılıp vicdânen rahatlamış annelerin, başı örtülü, altı taytlı, alnı secdeye değmeyen, sokaklarda sigara içip gezen genç kızları var.
Neden mi?
Ömür sermayesini hunharca harcayan, gelecek hesabı yaptığı kadar geçmişini muhâsebe etmeyen, “Dünyaya bir daha mı geleceğim? Tadını çıkarayım!” mantığıyla âhireti unutan, evlat nimetinden hesaba çekileceğini unutanlar yüzünden…
Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerîm’de:
“Dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı (şeytan), Allâh’ın affı ile sizi kandırmasın!” buyuruyor. (el-Fâtır, 5)
Bu dünyaya niçin geldiğimizi unutmayalım, dostlar! Geçen yılımızı tevbe ve istiğfarla yıkayalım, öyle teslim edelim Kirâmen Kâtibîn meleklerimize...
Yeni gelen yılımız için; niyet edelim kul olmaya, niyet edelim ömür nimetini ve sahip olduğumuz diğer nîmetleri Allâh’a adamaya..
Niyet edelim, bir ebeveyn olarak, bir müslüman olarak “emr-i bi’l-mâruf nehy-i ani’l-münker” vazifemizi yapmaya!
Rabbimiz, eksiklerimizi tamamlasın. Hatalarımızı setretsin. Seyyiâtımızı, hasenâta tebdil eylesin. Bizi umduklarımıza nâil, korktuklarımızdan emin eylesin. Dünyamızı güzel, ahretimizi ondan daha güzel kılsın. Bizi, râzı olduğu amellere muvaffak eylesin. Sâlih ve sâdıkların meclisinde hemdem eyleyip rûhumuzu Müslümanlar olarak alsın. Bizi, kendisine nîmet verdiği nebîler, sıddîklar, şehidler ve sâkih kulları ile haşreylesin. Âmin.
Halime DEMİREŞİK
YORUMLAR