Allah’ın (c.c.) Razı Olduğu İki Kişi

Cihâd kelimesi cehdden müştâktır. Cehd meşakkat demektir. Şerîat örfünde cihâd, Allah adını yüceltmek için Cenâb-ı Allah’ı inkâr edenlerle savaşmaktır. Allah yolunda cihâd, nefs ile de olur. Nefsi fazîlet dâiresinde idâreye, rezâletten vikâyeye çalışmak da bir cihâddır. Bu cihâdın fazîletli hamleleri de nefsin şöhret yollu temâyüllerine muhâlefettir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hicretten evvel Mekke’de iken Kureyş müşriklerinin her türlü işkencelerine uğradıkları ve bir kısım ashâb-ı kirâm da Habeşistan’a hicrete mecbur olduğu halde bütün bu tahammül fersâ hallere karşı sabır ile iktiham ediliyordu.

Medîne-i Münevvere’ye hicret edildikten sonra Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretleri tedafüî harb ve cihâd ile me’mûr oldu. Mütecâviz düşmana karşı harb ve kıtâle başlandı. Sonra eşhür-i hurûmun hâricinde tecâvüzî cihâd da mubah oldu. En sonra mutlak ve umûmî sûrette müşriklere karşı cihâd edilmesi emrolundu. Cihâd bazı ahvalde farz-ı ayındır. Nefîr-i âmm (seferberlik) halinde bütün müslümanların, devlet tarafından vukû bulan cihâd dâvetine icâbet etmeleri vâcibdir. Bu vücub, müslümanların vatanına düşman tecâvüzü veyahut bir müslümanın esâreti ve esâretten kurtarılması me’mûl bulunması gibi hallerde tahakkuk eder. Bunlardan başka hallerde farz-ı kifâyedir. 

Ebû Hureyre -radıyallahu anh-’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur.

Bir kere Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem:

– Allah iki kişiyi rızâsıyla karşılar ki, onlar biri öbürünü öldürüp cennete giren iki kimsedir, dedi. Ashab teaccüb ederek:

– Ya Rasûlallah! Hem öldürüp hem ölen ikisi birden nasıl cennete girer diye sordular da Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

– Şu müslüman Allah yolunda çarpışarak şehid düşer de cennete girer. Sonra Allah, o öldürene hidâyet eder. O da müslüman olur. Allah yolunda cihâd eder. O da şehid düşer, diye cevap verdi.

İbn-i Abdi’l-Berr, bu hadîs-i şerîften, Allah yolunda nefsini fedâ eden her müslümanın muhakkak cennete gireceği hükmü çıkarılır, demiştir. Ve yine bütün ilim adamlarına göre bu hadîsin mânâsı birinci kâtilin, katli îkâ ederken kâfir olduğudur. Bir kâfir bir müslümanı öldürür sonra kâtil, müslüman olur ve dîninde hâlis, sâdık bulunur sonra gaza meydanında şehid edilir.

 Enes -radıyallahu anh- demiştir ki:

– Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem- insanların en güzeli idi. İnsanların en cesuru idi. insanların en cömerdi idi.

Bir gece Medîne halkı düşman baskınından korkmuş idi de yalnız Rasûlullah, Ebû Talhâ’ya âit “Mendub” adlı durgun ve çıplak bir atın üstüne atlayarak düşman sesi geldiği tarafa sürmüş Medîneliler’i geride bırakıp geçmiş idi. Yine Enes -radıyallahu anh- Rasûlullah’ın altında o durgun at sanki bir derya olmuş da su gibi akıyor sanırdık, demiştir. (Mahmud Sâmî Ramazanoğlu-Musâhabe-3, s.143.)

PAYLAŞ:                

Mahmud Sâmi Ramazanoğlu

Adana’da doğdu. Babası Ramazanoğulları diye bilinen aileden Müctebâ Bey, annesi Ümmügülsüm Hanım’dır. Adana’da rüşdiye ve idâdîde okuduktan sonra İstanbul’a gidip Dârülfünun Hukuk Fakültesi’ne kaydold

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle