Bir yudum kahve, bir fincan hatır tadında bir dem yaşayalım yazımızın hitâmına kadar; muradımız budur kalemden, kelâmdan... Hatırsa murâd, kelâmsa araç, söz maksuda değmeden kıvama gelmez. Oturduğum yerde seyre dalmışken hayatı; mükâfât ile cezalandırılıyoruz da uyanık değil miyiz diye sorguladım kendimi... Bir düşün içinde mutluluk şerbeti yudumlarken, sarhoşluğumuzdan uyanmak için neye ihtiyacımız var?
Bir yudum kahve, bir fincan hatır tadında bir dem yaşayalım yazımızın hitâmına kadar; muradımız budur kalemden, kelâmdan... Hatırsa murâd, kelâmsa araç, söz maksuda değmeden kıvama gelmez. Oturduğum yerde seyre dalmışken hayatı; mükâfât ile cezalandırılıyoruz da uyanık değil miyiz diye sorguladım kendimi... Bir düşün içinde mutluluk şerbeti yudumlarken, sarhoşluğumuzdan uyanmak için neye ihtiyacımız var?
Mutlu bir yuva, güzel eşyalar, lüks hayatlar, renkli elbiseler, akıllı, sempatik evlâtlar, gülen yüzler, hoş muhabbetler içinde bol köpüklü kahveler yudumlarken biz... Yaradan bizi bu mükâfatlarla cezalandırıyor olabilir mi acaba? “Cezâ” diyorum, çünkü kalbin onu şekillendirenden, ona bunca güzel duyguyu tattıran Rabbinden uzak yaşaması cezâdır ona... Ona da, onu taşıyan bedene de... Hepimizin zaman zaman yaşadığı, “Evet buna şâhitlik ederim!” diyeceği kanıksanamayacak bir gerçek var ki, kalbe bir sıkıntı, keder düştüğünde o kalp kendini ilâhî kapıda bulur. Ona yakınlığı artar, duânın büyüsüne, gücüne kendini kaptırarak Yaratan’ıyla arasındaki mesafeleri aşar. Seccâdesinin üzerinde uzun vakit geçiren insan, seccâdesi ile barışık olan, namazı ile konuşan, her vaktin hakkını veren insan; kalbinde hüzne yer veren, hüznün kıymetini bilen insandır. Namaz dedim önce, çünkü namazdır en fazla kulluğun yoklandığı, en fazla kazanç sağladığımız ibadet...
Konunun özüne dönecek olursak; elbette Yüce Allâh’ın bize verdiği nîmetlerle mutlu olmayalım demek değil, söylediğim... Söylediğim şey; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kendisine refîk edindiği “hüzn”ün, kalp ibresini hep dengede tutması... Söylediğim; şayet bu hüzün nimetinden mahrum kalırsak, kendimizi eline şeker tutuşturulmuş bir çocuğun, onu kendisi için faydalı ve mutluluk verici bir şey olduğuna inanarak, onunla aldanması gibi dünya nîmetlerinin gözümüze, gönlümüze perde olduğunu fark etmememiz...
Hüzün; kalbi sıkarak gaflet vadilerine dalmasına ve dağılmasına engel olan bir hâldir ve sülûk ehli olanların vasıflarındandır. Mutasavvıf Üstad Ebû Ali Dekkâk -rahmetullâhi aleyh-; “Hüzün sahibi, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri Allâh’a giden yolu, bir ayda kateder.” derken kalemimin anlatmaktan âciz olduğu konuyu özetler. “Kâinâtta her şey, zıddı ile kâimdir.” kâidesi, bunun için de geçerlidir. Hüznün zıddı hangi duyguysa, teraziye onu koyup, rûhumuz ile dâimî bir hesap-kitap içinde olmamız; kalp ibresini dengede tutmamız için önemlidir.
Selef-i sâlihîn, “her şeyin bir zekâtı olduğunu, kalbin zekâtının ise, hüzün olduğunu” söylemiştir. Onlardan Abdullah ibn-i Mübârek; “Fudayl bin İyaz vefat edince hüzün ortadan kalktı!” demiştir.
Öyle bir hayat ki; mahzâ hüzün, mahzâ adanmışlık, mahzâ hizmet... Öyle bir hayat ki; o hayat gidince yerini hissettirecek kocaman, adı hüzün olan bir boşluk... Öyle yaşayalım, öyle aşk verelim ki yaşama gâyemize, gidince ardımızdaki boşluğun adı olsun. Zaten biz neye aşk verirsek şu kısa ömürde, o da bize aşkla dönecektir. Yemeğine aşk verirsen, o da sana lezzet, övgü, ihsan verir. Çocuğuna aşk verirsen, o da sana hürmet, alâka, hizmet verir. İlmine aşk verirsen o da sana aşkla döner, aranızda ömür boyu kopmayacak bir bağ oluşur. İşine verirsen, başarı, özgüven, kariyer verir. Bir fânîye aşk verirsen, o da sana ilgi verir, muhabbet verir, istese de istemese de, şuurlu ya da şuursuz... Şayet aşktan bahsediyorsak, tesir edemeyeceği güç yoktur. Şimdi “Aşka bismillah!” deyip kalbimizde hüzne yer açalım. Dünyalık değil, âhiretlik bir dert bulup, kalbimize sıvayalım. Rikkatin, muhabbetin de hüzünle beraber nasıl kapıdan içeri girdiğine siz de tanıklık edeceksiniz. Hüzün ve aşk birbirine ne de çok yakışan iki renk...
Şimdi her zaman baktığın resimleri bir de fikrederek seyret! Ellerini, parmaklarını, gökyüzünü, hareketlerini, bedenini, tepkilerini seyret ve her şey bu kadar aşk ile doluyken, her şey bu kadar birbiri ile uyum içindeyken bir düşün; bizden mi bulaştı aşk kâinâta, kâinâttan mı bulaştı aşk bize? Bu alışverişin maksûduna, kaynağına, kâinattaki her rengi aşk ile boyayana doğru mesafe kesbetmek istiyorsak eğer, evvelâ hüzün, evvelâ rikkat diyorum...
Derdimizi sevelim, derdimizi sahiplenelim. İlâhî aşka doğru bir adım atalım, bir kapı arayalım. Kalbimiz hüznü, hüznümüz kalbimizi özledi. Haydi hüzne, haydi aşka bismillah!..
Büşra SAMANCIOĞLU
YORUMLAR