Üstad Cemil Meriç’in, görme duyusu çok azaldığında, ışığa daha yakın olmak için masanın üzerine sandalye koyarak kitap okuduğunu duymuş; içercesine kitaba bakışının fotoğrafını görmüşsünüzdür. Eğer görmediyseniz, bu muhteşem ve ibretli muhabbet vesikasını mutlaka incelemelisiniz.
Üstad Cemil Meriç’in, görme duyusu çok azaldığında, ışığa daha yakın olmak için masanın üzerine sandalye koyarak kitap okuduğunu duymuş; içercesine kitaba bakışının fotoğrafını görmüşsünüzdür. Eğer görmediyseniz, bu muhteşem ve ibretli muhabbet vesikasını mutlaka incelemelisiniz.
Gözlerini kaybettikten sonra, her gün kitaplarını açıp yüzüne sürerek hasret gidermeye çalışan; bazen kütüphaneye giderek gizlice ağlayan, ömrünün âmâ olarak geçen kısmında da yakınlarından pek çok kitap dinleyen Meriç’in fotoğrafı afişlerde, büyük ilânlarda sergilenebilse ne güzel olurdu. Bu destansı kitap aşkının fotoğrafa yansıyabildiği kadarı olsun, gözümüzü gönlümüzü aydınlatırdı böylece…
Kitap sevdası, damarlara işleyen bir tat âdeta... İşbu sevdadan dolayı, çok küçükken:
“-Büyüyünce bir kitapçıda çalışırsam, sınırsız kitap okuyabilirim!” diye hayal kurardım. Biriktirdiğim harçlıklarım, içimdeki açlığı susturmaya yetmeyince bulduğum çocuksu bir çareydi bu… Kitapçı amcaya yaptığı işten dolayı imrendiğimi, kitap fuarlarını, içinde doyasıya farklı kitabı inceleyebildiğim bir şölen alanı gibi gördüğümü hatırlıyorum.
Tekdüze hayattan, çevrenin kolay kolay dışına çıkamadığımız sınırlarından, kimse fark etmeden bizi usulca çekip çıkararak kendi dünyasına götürür kitaplar... Bu öyle büyüleyici bir yolculuktur ki; her fırsatta kendinizi kitaplarla baş başa bulursunuz. Yoğun hayat koşuşturmacanızın arasında âsûde bir moladır bu…
Tıklım tıklım bir otobüste, trafik adım adım ilerlerken, kitabın efsunlu elini sımsıkı kavradığınızda ışınlanmışçasına başka bir zaman ve mekâna cup diye düşüverirsiniz meselâ… Sözgelimi Çalıkuşu’nda Feride, Huzur Sokağı’nda Bilâl olur; onlarla ağlayıp onlarla gülersiniz. Ya da İskender Pala’yla, Sinan Yağmur’la, vs. diyar diyar gezersiniz. Bu yüzden kitap, monoton hayatın içinde inanılmaz genişlikte bir hürriyet alanı oluşturur size… Siz izin vermedikçe kimsenin bilemeyeceği, sadece size has bir alan... Öyle ki bazen gittiğiniz dünyaya kendinizi kaptırıp mimikleriniz, nefes alış verişiniz farklılaştığında etrafınızdakiler tuhaf tuhaf bakabilirler size…
Hayatınızı gökkuşağı renkleriyle canlandıran, ayaklarınızı yerden kesen bir rüya gibidir; ancak görmek için uyanık olmalısınız. Birbirinden farklı bakış açılarıyla yazar, şair ve hikmet ehli kimselerin, gönül erlerinin dünyasına adım atmak, onların ufkuna kendi perspektifinizden bakmak; farkında olmadan besler zihninizi, yüreğinizi, hayal ve ideallerinizi… Aktardıkları birikimi kazanmak uğruna ömürlerini nice zorlu çalışmalarla geçirmiş bu fikir işçileriyle bir masanın başında oturursunuz âdeta...
Bu, çok yönlü gıdanın tadı damağınızda kaldıkça, o aşkın iksiri damarlarınızda dolaştıkça, bir bağımlı gibi eliniz kitaplara gider durur; misafirliğe gittiğiniz evlerde kitaplıklar mıknatıs gibi çeker artık... Bitiremeden yatmak zorunda olursanız, normal şartlarda var olan uykunuz kaçar; kimi zaman da başında sabahlarsınız. Çeşitli sebeplerle okuyamamak bunaltır, daraltır sizi… Elinize alıp altını çize çize okumak kadar keyifli olmasa da, sesli kitaplar bu noktada can simidi gibi şimdilerde… Yolculukta araba vesâirenin kendini tutmasından dolayı okuyamayanlar için de birebir… Âhir zamanın bereketsiz saatlerine alternatif devalar da var yani…
Biliyor musunuz, kitap bağımlısı gençleri gördüğümde, geleceğe dair umutlarım cıvıl cıvıl bir bahar sahnesinde buluyor kendini… Hepsini alınlarından öpmek, “iyi ki varsınız” demek istiyorum. Sanal dünyalarında daralıp kalmış, “Dön baba, dönelim!” hesabı kısır bir döngüde bocalayıp duran, zamanı bozuk para gibi saçıp savurarak fikren bir mesafe kat‘ etmekte zorlanan gençlere de bulaştırmalı bu aşkın virüsünü, içine düştükleri dipsiz kuyulardan kitap sevdası ipiyle feraha çıkabileceklerini fısıldamalı usulca… Gerekirse avazımız çıktığı kadar haykırmalı: “Kitap bağımlısı ol, kurtul!”
Dîdar Meltem ERDEM
YORUMLAR