Biricik Kurtuluş Yolu: Sünnet-i Muhammedî

Ümmet, Kur’an ve Sünnet hakîkatlerinden uzaklaştıkça, hevâ ve hevesler, nefsânî meyiller, dünya muhabbeti, dünyevî kavgaların öne çıktığı bir gerçektir. Nûr-i Nebevî ile gelecek ayan beyan kendisine gösterilen Sevgili Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu konuda da ümmetini uyarmaktadır. Nitekim yaşadığımız çağ bu nebevî uyarıların ne kadar net gerçekleri ifâde ettiğine şahitlik etmektedir.

İlk insan ve ilk peygamberden son peygambere kadar insanoğlunun hidâyeti için nice Hak elçileri gelmiştir. Cenâb-ı Hak her bir elçisini mümtaz vasıflarla tezyin etmiş, Nebîler Silsilesi’nin son halkası Habîb-i Kibriya Efendimiz ise önceki peygamberlerin bütün özelliklerini şahsında toplamış olmakla birlikte, onlardan daha farklı özelliklerle de taltif edilmiştir.

Kâdı Iyaz (v. Mîlâdî 1149) meşhur eseri “Eş-Şifâ”sında Efendimiz (s.a.v.)’in diğer peygamberlerden farklı özelliklerini nakleder ve der ki:

“İbrahim -aleyhisselâm- Rabbine: ‘İnsanların diriltildiği günde beni rezil etme.’” (Şuarâ, 75-82) diye ilticâ ederken, Habîbullah Efendimiz daha “Beni utandırma” demeden, Cenâb-ı Hak, “O gün, Allah’ın Peygamberi (Muhammed’i) utandırmayacağı bir gündür.” (Tahrim, 8) buyurmuştur. Halîlullah olan İbrahim -aleyhisselam- “Bana gelecek nesiller arasında hayırla anılmayı nasib eyle.” (Şuarâ, 84) diye duâ ederken Cenâb-ı Hak, Habîbullah olan Resûl-i Ekrem’ine “Biz senin şânını (iki dünyada) yüceltmedik mi?” (İnşirah, 4) buyurmuş, Cenâb-ı Hak, O hayırla anılmayı istemeden, O’nun hayırla anılması sağlanmıştır.

Hak Teâlâ, şânını yücelttiği bu azîz Peygamberini Tevrat ve İncil’de “O öyle bir ümmî Peygamberdir ki, kendine uyanlara iyiliği emreder, onları kötülüklerden alıkoyar. Onlara iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kılar. Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.” (A’raf, 157) şeklinde tavsif etmekte, hemen akabinde de “gerçek kurtuluşa erenler, O’na îman edenler, O’na saygı gösterenler, O’na yardım edenler ve O’na indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlardır.’’ (A’raf, 157) buyurarak bir taraftan Peygamberi’nin ümmetine bakışını, diğer taraftan da Peygamberin ve O’nun ümmetinin mesuliyetlerini ifade etmektedir.

Nebîler Serveri Efendimiz risâlet vazifesi süresince öncelikle bütün insanlığı “Lâ ilâhe illallah, Muhammedü’n Resûlullah” hakîkatına davet etmiş, bu hakîkati ikrar edip mü’min vasfını alan ashâbına da âyet-i celîlelerde beyan edildiği veçhile, onları ebedî azaptan kurtarıp, ebedî saadete ulaştıracak esasları beyan etmiştir. Sultânu’l-Enbiya Efendimiz diğer taraftan da: “Benim hayatım sizin için hayırlıdır. Çünkü siz benimle doğrudan konuşabiliyorsunuz. Ben de (sorularınıza cevap vermek, bilmediğiniz yeni problemlerinizi çözmek için) sizinle konuşuyorum. Ölümüm de sizin için hayırlıdır. Çünkü amelleriniz bana arzedilir. İyi güzel amellerinizi gördüğümde Allah’a hamdederim. Kötü amellerinizi gördüğümde ise Allah’dan bağışlanmanızı isterim.” (Mecme’uz-zevâid, 9/24) buyurmak sûreti ile gerek kendi zamanındaki mü’minlerle gerekse kıyâmete kadar O’na ümmet olan ve olacak bütün mü’minlerle ebediyyete uzanan bir münasebeti tesis etmiştir.

Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in ümmetine olan bu merhamet ve şefkat beyanının bir başka ifâdesi de, sonraki zamanlarda ümmetin içine düşebileceği sıkıntı, fitne ve felâketlere de işaret etmesi ve bu durumlarda hangi hassasiyetlere sahip olunması gerektiğini hatırlatmasıdır.

Hadis kaynaklarında ümmetin geleceği ile ilgili birçok nebevî hatırlatmalar bulunmaktadır. Asr-ı Saâdet’ten sonraki dönemlerde yaşayan bütün mü’minlerin bu uyarılara kulak vermeleri Peygamber ve ümmet münasebeti bakımından son derece ehemmiyetlidir.

Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyuruyorlar:

Benim vefatımdan sonra ümmetimin başına ne gibi felâketler geleceği, onların birbirinin kanını haksız yere nasıl dökeceği, daha önceki milletlerin uğradığı belalara onların da uğrayacağı bana bildirildi. Ben de Cenâb-ı Hak’tan kıyamet gününde yine onlara şefaat etmeyi bana nasip etmesini istedim, niyazımı kabul buyurdu.” (Ahmed ibni Hanbel, Müsned)

Ümmetin uğrayacağı ifade edilen felâketler, bazen doğrudan fertlerle ilgili olabileceği gibi, bazen de bütün bir topluma şamildir. Bu noktaya istinaeden merhamet Peygamberi, öncelikle fert fert her mü’mini ibâdeti, haram ve helâl hudutlarını unutturacak bir fakirliğe, ardından bir zenginliğe, her şeyi bozan bir hastalığa, aklı ve idraki zaafa uğratan bir ihtiyarlığa, ansızın geliverecek olan bir ölüme, gelmesi beklenen bir Deccal’e, belâsı en acı olan bir kıyamete karşı ikaz eder ve bunlara hazırlık olarak sâlih amelleri işlemekte acele etmek zaruretini hatırlatır.

“Benden sonra, sağ kalıp uzunca bir hayat sürenler pek çok ihtilaflar görecekler. O zaman sizin üzerinize gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidinin sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan ortaya çıkmış bidatlerden şiddetle sakınınız.” (Ebû Dâvud, Sünnet 5/4601) buyrularak nebevî hayat tarzı olarak ifâde edilen Sünnet-i Muhammedî’nin biricik kurtuluş yolu olduğu beyan edilmektedir.

Ümmet, Kur’an ve Sünnet hakîkatlerinden uzaklaştıkça, hevâ ve hevesler, nefsânî meyiller, dünya muhabbeti, dünyevî kavgaların öne çıktığı bir gerçektir. Nûr-i Nebevî ile gelecek ayan beyan kendisine gösterilen Sevgili Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu konuda da ümmetini uyarmaktadır. Nitekim yaşadığımız çağ bu nebevî uyarıların ne kadar net gerçekleri ifâde ettiğine şahitlik etmektedir.

Buyuruyorlar: “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şeylerden biri, mîdeleriniz ve iffetleriniz hususunda sizi azgınlığa sürükleyen şiddetli arzular, diğeri de hevâ ve hevesinizin sizi dalâlete düşürmesidir.” (Ahmed, IV, 420, 423; Heysemî, I, 188; Ebû Nuaym, Hilye, II, 32)

“Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, hevâ ve tûl-i emeldir. Hevâ, insanı Hak’tan alıkoyar, Tûl-i emel ise âhireti unutturur. Şu dünya, arkasını dönmüş gidiyor. Âhiret ise yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has evlatları (tâlibleri) vardır. Eğer âhiret tâliplerinden olup dünyanın evlatlarından olmamaya gücünüz yeterse, bunu yapın! Bolca amel-i sâlihler işleyin! Zîra siz bugün amel diyarındasınız, burada hesap yok. Yarın ise hesap olan ancak amel işleme imkânı bulunmayan bir diyara geçeceksiniz.” (Beyhakî, Şuabu’l-îmân, XIII, 174/10132)

Çağı saran ümmet vicdanında ve hayatında büyük acıları terviç eden inanç, amel, muâmele ve İslâmî gayretlerdeki kriz ve bunalımlardan kurtulmanın tek yolu, tam bir kalp huzuru ve sadâkatle “Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a ve nebî ve resûl olarak ancak Muhammed -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e râzıyım… diyerek, “imanın tadını” alabilmekten geçmektedir. (Ebû Dâvud)

Ebediyyen sevecek can O’nu canan olarak

Şart-ı peyman olarak huccet-i îman olarak

*

Ya Muhammed! Bana kıl merhamet âvâzı gelir

Her seher sîne-i pür-sûzdan efgan olarak

*

Âdem evlâdının ondan daha mümtazı Kemal

Dehre bî şüphe ayak basmamış insan olarak.”

Kemâl Edib Kürkçüoğlu

PAYLAŞ:                

Abdullah Sert

Abdullah Sert Bey 1948 yılında Kütahya-Tavşanlı’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Tavşanlı’da, lise tahsilini de Balıkesir İmam Hatip Lisesi’nde tamamladı. 1966 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsüne

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle