Tarih, ölümleriyle birlikte kötülükleri bitmeyen zalimleri de kendilerini insanlığın hayrına adayarak yaşayan, şahsiyetlerine gıpta edilen, vefatlarından sonra da geriye bıraktıkları güzelliklerine şahitlik edilen hayırlı insanları da asla unutmuyor. Zalimler ölüp gitmelerine rağmen bedduayla yâd edilirken; sâlihler, hayır ehilleri hep rahmet duaları ile yâd ediliyor.
Âlemlerin Rabbi Yüce Allah, insanlar içinden seçtiği Hak elçilerine özel lütuflarda bulunmuş, farklı mucizelerle onları teyit etmiştir. Nebiler silsilesinin son halkası ve mührü Resul-i Zişan Efendimiz’i teyidi ise değişik mucizelerle olmuş, O’na bütün peygamberlerden daha farklı hitap ve iltifatlarda bulunmuştur. İnşirah Suresi’nde özellikle iki lütf-u ilâhîye işaret edilmektedir ki, biri şerh-i sadr (göğsün açılıp genişlemesi) diğeri de şan ve şerefinin kıyamete kadar devam etmesidir.
“(Habibim) Göğsünü açıp da genişletmedik mi?” (İnşirah, 1)
Bu iltifat sadece Nebiler Sultanı Efendimiz’e mahsus olup müfessirlerin beyanıyla birçok incelikleri ihtiva etmektedir.
“Şerh-i sadır”dan maksat “marifet ve itaat”tir ki Nebiler Serveri insanlara ve cinlere peygamber olarak gönderilince insanlar ve cinlerle uğraşmak önce ona zor gelmiş ve göğsü daralmıştı. Fakat Yüce Allah ona öyle ayetler göstermiştir ki bunlarla bütün zorlukları aşma gücü ve imkânı bulmuştu. Yüklenmiş olduğu her meşakkât gözünde küçülmüştü. Neticede kalbinden bütün tasa ve düşünceler çıkmıştı. İnsanlar ve cinlerden gelen eziyetlere önem vermez olmuş, bunlar gözünde sinekten küçük bir hale gelmişti. Bundan sonra O ne kâfir ve müşriklerin tehditlerinden korkar ne de onların makam ve mallarına meylederdi.
Şerh-i sadr, (göğsün açılması) dünyanın değersizliğini ve ahiretin değerini bilmekten ibarettir.
“Allah her kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslam’a açar. Her kimi de sapıklığa düşürmek isterse onun da kalbini daraltıp sıkıştırır.” (En’am, 125)
Bu sadır inşirahı ile Habib-i Kibriya Efendimizin sinesi bütün önemli şeylere açılmıştı. Telaş etmez, ızdırap çekmez, şaşırmaz, sıkıntı ve ferah hallerinin her ikisinde de gönlü rahat bulunur, mükellef bulunduğu görev neyse onu eda ile meşgul olurdu. (Elmalılı)
***
Şerh-i sadırdan sonra da Hakk’ın bu en sevgili elçisine “Senin zikrini (nam ve şanını) yükseltmedik mi?” buyrulmuştur ki bunun mânâsı O’nun nam ve şanının Allah’ın namını takip etmesi, Allah anıldıkça O’nun da adının anılmasıdır.
Resul-i Zişan Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Cebrail bana geldi ve dedi ki ‘Benim ve senin Rabbin şöyle buyuruyor: ‘Bilir misin, senin zikrini, namını ve şanını nasıl yükselttim?’ ‘Yüce Allah en iyisini bilir.’ dedim. Dedi ki ‘Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın.”
Bu, nam ve şan yüksekliğinin en büyük mertebesini ifade etmektedir. Allah denilince Resûlü beraber anılır. “Lâ ilâhe illallah” denilince beraberinde “Muhammedün Resûlullah” denilir.
Âyet-i kerimelerde “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin.” (Nisa, 59), “Kim peygambere itaat ederse kuşkusuz Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80) buyrulmuştur ki Allah ile beraber zikredilip anılmak her yüksekliğin üstündedir.
Peygamberler kıyamete kadar insanlar arasında güzel bir şekilde yâd edilip hatırlanacaklardır. Onların yolunu takip eden, onların ahlâkı ile ahlâklanıp emânetlerini hakkıyla taşıyan insanlar da bu nimetten nasip alarak ölümlerinden sonra da geriye bıraktıkları güzellikleriyle hep hayır dualarla anılacaklardır. Zîrâ gelecekte güzellikle anılmak bir peygamber duasıdır:
“İbrahim dedi ki ‘Ey Rabbim bana bir hikmet bahşet ve beni sâlih kimseler arasına kat. Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan eyle ve beni Naim cennetinin varislerinden eyle!” (Şuarâ 84-85)
Halilullah’ın bu duasını kabul ile Rabbimiz Teâlâ da “Sonradan gelecekler arasında ona güzel bir ad bıraktık.” (Saffat, 108) buyuruyor.
Hakikaten insanın yaşadığı toplumda kabul görmesi, yaptığı işlerin beğenilmesi, hakkında güzel şahitliklerde bulunulmasını arzu etmesi fıtrat gereğidir.
Ebedi hayata inanan bir mü’min için ölümden sonraki her hüsnü şehâdet ve duanın o âlemde ayrı bir saadet olacağı bir gerçektir. Resul-i Zîşan (şan ve şeref sahibi olan) yüce Peygamberimiz bir mü’mine ebedi yolculuğunda diğer mü’minlerin yapacakları son şahitliğin Hak katında yüce bir değeri olacağını beyan buyuruyor:
Enes (r.a)’ın anlattığına göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile bazı sahâbîler birlikte bulunurlarken onların yanından bir cenaze geçti. Ashâbdan bazıları o cenazeyi hayırla yâd ettiler. Bunun üzerine Nebî (s.a.v):
“-Kesinleşti.” buyurdu. Sonra bir cenaze daha geçti. Orada bulunanlar onu da kötülükle andılar. Resûl-i Ekrem (s.a.v) yine:
“-Kesinleşti.” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a):
“- Ne kesinleşti Ya Resûlallah?” diye sordular. Peygamber aleyhisselâm da şöyle buyurdu:
“- Şu önce geçen cenazeyi hayırla andınız; bu sebeple onun Cennet’e girmesi kesinleşti. Bu berikini kötülükle andınız; onun da Cehennem’e girmesi kesinleşti. Çünkü siz (mü’minler), yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.” (Buhârî, Cenâiz 86)
Bir adam Peygamber Efendimiz’in yanına gelerek:
“-Yâ Resûlallah! İyilik yaptığım zaman iyilik ettiğimi ve fenâlık yaptığım zaman fenâlık ettiğimi nasıl bilebilirim?” diye sordu. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v):
“- Senin (ne ettiğini bilen) komşuların «Gerçekten güzel bir iş yaptın!» derlerse bil ki sen hakikaten iyi bir iş yapmışsındır. Onlar «Hakikaten kötü bir şey yaptın!» derlerse o zaman da gerçekten fenâ bir şey yapmışsın demektir.” buyurdular. (İbn Mâce, Zühd 25)
“O gün insana yaptığı ve geri bıraktığı her şey hakkında bilgi verilecektir.” (Kıyâme, 13) âyet-i celilesinde geçen “mâ kaddeme: yaptığı” ifadesini İbrahim en-Nehaî, kişinin hayatında yaptığı güzel ameller, “ve-mâ ahhara: geri bıraktığı” ifadesini de kişinin insanlara öğrettiği ve vefatından sonra kendisiyle amel edilen hayır” diye anlamıştır:
Çünkü böyle bir ilimle amel edildikçe amel edenlerin ecrinin bir misli ona da yazılır, amel edenlerin ecrinden de hiçbir şey eksiltilmez. Kıyamet günü bir adamın mîzanı hafif gelir. O esnada bulut gibi bir şey getirilip mîzanına konulur ve mîzanını ağır bastırır. O şahıs: «Bu benim yapmadığım bir amel!» der. Ona: «Bu, senin öğrettiğin ve senden sonrakilerin kendisiyle amel ettiği hayırdır.» denilir. (el- Behrâici, XV, 227)
Ümmetine çok düşkün olan Nebiler Sultanı Efendimiz kişinin yaşadığı müddetçe üzerinde bir kul hakkının kalmaması noktasında sayısız ihtarlarda bulunurken, Medine’ye hicretlerindeki ilk mesajında geleceğin derdinde olmak hususuna vurgu yapmıştır. Gelecekte hayırla anılmanın iki esası vardır ki bunlardan birincisi kötü anılmayıp, buna sebep olacak kul hakkından da korunmaktır. İkincisi ise ölümden sonra hayırla anılmaya vesile olacak güzellikler bırakabilmektir.
Bizim medeniyetimizde bu güzellik sadaka-yı câriye olarak müesseseleşmiştir.
Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“İnsan ölünce, şu üç ameli hâricinde bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i câriye (devam eden bir hayır), kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyyet 14)
Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İstediğiniz kadar gizleyin! Vallâhi bir kul gizli bir iş yaptığında Allah Teâlâ mutlaka o yaptığı işin mânevi hâlini o kimsenin üzerine giydirir. Hayır ise hayır, şer ise şer olarak! Hatta biriniz yetmiş perdenin ardında hayırlı bir iş yapsa, Allah Teâlâ o hayrı ortaya çıkarır ve insanlar o kişiden hayırla bahsederler. Biriniz de yetmiş perdenin ardında bir şer işlese, Allah Teâlâ o şerri izhâr eder ve insanlar o kimseden kötü bir şekilde bahsederler.” (Ebû Nuaym, Hilye, V, 36. Bkz. Ebû Yûsuf, el-Asâr, s. 196)
Tarih, ölümleriyle birlikte kötülükleri bitmeyen zalimleri de kendilerini insanlığın hayrına adayarak yaşayan, şahsiyetlerine gıpta edilen, vefatlarından sonra da geriye bıraktıkları güzelliklerine şahitlik edilen hayırlı insanları da asla unutmuyor.
Zalimler ölüp gitmelerine rağmen bedduayla yâd edilirken; sâlihler, hayır ehilleri hep rahmet duaları ile yâd ediliyor. Zalimler “lânetullahi aleyh” bedduası ile yâd edilirken Nebiler salât ü selamlarla, sahabiler “radıyallahu anh”larla, âlimler, salihler, hayır ve hizmet erleri de “rahmetullahi aleyh” duaları ile yâd ediliyor.
Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- buyuyor ki:
“Öyle kâmil bir hayat yaşa ki insanlar dünyadayken seni özlesinler. Vefâtından sonra da sana hasret kalsınlar...”
Tanırım ben yalınız Hazret-i Fahr'ür-Rusülü
Gönül iklîmine şâhenşeh-i zişân olarak
Hatemiyyetle edip kadrini ilân ebeden
Onu gösterdi Huda âleme sultân olarak
(K. Edip Kürkçüoğlu)
YORUMLAR