Ey müminler, eğer siz Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’ e yardım etmezseniz, bundan evvel Allah Teâlâ muhakkak Rasûlü’ne yardım etti. Şu zamanki, o zamanda iki kişinin ikincisi olduğu halde Mekke kâfirleri Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-i Mekke’den çıkardılar ve o zaman (Cebel-i Sevr’de) mağarada idiler. Ve o mağarada bulundukları sırada Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- kemal-i tevekkül ve metânetle, “Korkma, mahzûn olma; zira Allah’ın inâyeti bizimle beraberdir diyordu.”(Tevbe Sûresi / 40)
Âyet-i celile, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’e, Allah -celle celâluhu-’nun yardımının muhakkak olduğunu beyan etmiştir. Zira “Allah Teâlâ bundan evvel Rasûlü’ne –sallallahu aleyhi ve sellem- nasıl ki yardım etti ise yine yardım edecektir. Allah Teâlâ, Rasûlü’ne -sallallahu aleyhi ve sellem- yardımı, dinini i’zâzı ve erbâb-ı dine ta’zimi tekeffül etti. Siz ister iseniz muavenet etmeyin, Cenab-ı Hakk kelimesini i’lâ buyuracak ve Rasûlü’ne muâvenet edecek” demektir.
Ebû Bekir -radıyallahu anh-, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- hazretlerinin sahibi ve ashâbı cümlesinden olduğuna, âyet-i celile açıktan ve katî surette delâlet ettiğinden bir kimse Ebû Bekir -radıyallahu anh- hazretlerinin sahâbeden olduğunu inkâr ederse kâfir olur. Zira nass-ı Kur’an’ı inkârdır.
Ebû Bekir Sıddîk -radıyallahu anh-, sohbet-i celile-i nebeviyeye o kadar mülâzım idi ki, emr-i risâletpenâhî ile hac ve gazâ gibi bazı münferid sefer istisnâ edilirse hazarda huzûr-ı şerif-i risâletpenâhîden ayrılmadığı gibi bütün gazevât ve ictimalarda Fahr-i Kâinat Muhammed Mustafa -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hazretlerine gölge gibi ittisalini kaybetmemiştir. En tehlikeli yerlerde beraberdi. Her nerede olsa onun yardımcısı olurdu. Gâr’da refik-ı cân-fedâsı o idi.
Uhud’da, Huneyn’de herkesin başı sıkılıp dağıldığı dakikalarda karîn-i cansiperi olmuş, peder-i mihribânı ile evlâd iyâl ve mal menâlini hep onun yoluna fedâ etmişti. O derecede ki, Habib-i Huda -aleyhi efdalü’t-tehâyâ- Efendimiz hazretleri Ebû Bekir’in malından kendi gibi tasarruf buyurdu.
Ebû Bekir -radıyallahu anh-’ın iman ettiği gün kırk bin dirhem veya dinar malı vardı. Hicret ettiği gün yalnız beş bin dirhem veya dinarı kalmıştı. Ki, üst tarafını yani elinde kalan meblağı da hep rıza-i ilâhî ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem uğrunda bezletmişti. Ve ezcümle mü’min olduklarından dolayı müşriklerin zulüm ve işkencelerine düçâr olan birçok zuafây-ı müslimîni küffârın kayd-ı esâret ve işkencelerinden kurtarmıştı.
Ebû Hüreyre -radıyallahu anh-’ın rivâyet ettiği Ahmed bin Hanbel’in “Müsned” indeki hadîs-i şerîfte:
“Ebû Bekir’in malından fâidemend olduğum kadar hiçbir maldan fâidemend olmuş değilim.” buyrulmuştur.
Tirmîzî’deki hadîs-i şerîfte: “Hiç bir kimsenin bizde mükâfatını vermediğimiz bir iyiliği kalmamıştır. Yalnız Ebû Bekir müstesna… Onun bize öyle iyilikleri vardır ki, onların mükâfatını kıyamet gününde Allah Teâlâ hazretleri verecektir.” buyurmuştur. Ve diğer ehâdîs-i nebeviye Ebû Bekir -radıyallahu anh-’ın sehây-ı pesendîdesine şâhittir. “Velleyl Sûresi”nin nısf-ı âhiri de o sehânın Arş-ı Rahmândan nüzûl eden bürhan-ı tasdîkıdır.
Mahmud Sâmî Ramazanoğlu, Hazreti Ebû Bekir, s.44- Erkam Yayınları
YORUMLAR