Tevazuda Zirve
Merhum Emin Saraç Hocaefendi anlatıyor…
Sami Efendi son derece tevazu sahibi idi. Bir Hac farizasında Arafat’taki vazifemizi tamamladıktan sonra Sami Efendi hazretlerinin bulunduğu çadırı ziyarete gitmiştik. Çadırlarına girdiğimizde Musa Efendimiz orada bulunan misafirlere şerbet dağıtıyordu. Sami Efendi bizim geldiğimizi görünce fakiri yanına çağırdı ve “Geçenlerde hac ile ilgili bir meseleyi sordular ama halledemedik, ne iyi oldu geldiğiniz, Allah gönderdi sizi” deyip merak ettikleri meseleyi sordular. Benim yanımda da bir hac rehberi kitabı vardı. Açıp baktık ve mesele ile ilgili detaylı bir malumat edindik. Sonra “Elhamdulillah sıkıntımızı giderdiniz” diyerek teşekkür ettiler. Bakınız bu mübarek insan o kadar insan içinde dini bir meseleyi sormaktan ve tavzih edilmesinden çekinmiyor. Bunu yapabilmek bugün herkes için o kadar kolay değil. Etrafımız “her şeyi ben bilirim” diyenlerle dolu. Bu tavır kendilerinin ne denli tevazu, ne denli gösterişten uzak ve alçak gönüllü olduklarının bir başka göstergesidir.
Umreye Gidene Hürmet
Sami Efendi hazretlerinin ne kadar tevazu ve kemal sahibi olduklarına dikkat çekmek için kendileriyle ilgili bir başka hatıramı anlatmak isterim. Yine bir umre seyahati öncesi idi, hem izin hem dualarını almak maksadıyla kendilerini ziyarete gitmiştim. Devlethanelerine gittiğimde ikinci katta bulunuyorlardı. Fakirin umreye gitmek için istizan etmeye geldiği haberini kendilerine ulaştırdılar. Bir müddet sonra mübarek, Musa Efendimiz ile merdivenlerden inerek geldiler. Hemen yanlarına koşup öpmek için ellerine uzandım. Mübarek narin yapılı oldukları için mümkün mertebe ellerini incitmemek için hafifçe tutmuştum. Fakat kendileri benim elimi kuvvetle tuttu ve öpmeye çalıştılar. Umreye giden birisi olmam hasebiyle fakire hürmet göstermeye çalışmışlardı.
(Altınoluk Dergisi Ekim 1999, Sayı: 164)
***
Her işte Allah’ın Rızasını Aramak
Muhterem Ali Hüsrevoğlu anlatıyor:
Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretleri bizzat kendisi yaşamadığı hiç bir şeyi tavsiye etmemiştir. Bir şeyi tavsiye ettiyse de herkesten önce söylediğini kendisi tatbik etmiş ve bunu yalnızca “Allah için” ve samimiyetle yapmıştır. Ziyaretlerine gelen bir sevdiğine sehpadaki bardağı eline alıp göstererek:
“-Hafız Fehmi Efendi! Şu bardağı şuradan alıp şuraya koymakta bile Allah’ın rızasını arayacağız” buyurmuşlardır.
***
Saç Traşına Sağdan Başla
Merhum Dr. Dursun Aksoy anlatıyor…
Doktorluktan, 1966 yılında emekli oldum. O seneden sonra 8 yıl Sami Efendi Hazretleri ile her sene birlikte hac yapma şerefine nail oldum. Kafilemizde bulunan herkes Müzdelife'de şeytana atılacak taşları toplarken belki Sami Efendi Hazretleri vekalet verir diye fazladan taş toplarlardı. Sami Efendi Hazretleri 7 sene taş vekaletini bana verdiler. Dördüncü gün her taraf sakinleşince Sami Efendi Hazretleri tek tek taşlarını atarlardı.
Hac ibadeti bitince Sami Efendi'nin saç tıraşını da bendeniz yapardım. Saç tıraşını alnının üstünden başladığım zaman, "Tıraşa sağ şakağımın kenarından başla arka tarafa doğru bir daire çizip sol şakağımın kenarından bitir sonra başımın üstüne traş et" buyurmuşlardı.
Tırnak kesme adabıyla ilgili de şöyle buyurmuşlardır; "Tırnak kesmeye sağ elin işaret parmağından başlanır, serçe parmağına doğru devam edilir sonra sol elin serçe parmağından başparmağa kadar gelinir, en son olarak da sağ elin baş parmağının tırnağı kesilir. Bu, İmam Nevevi'nin usulüdür."
***
Bedevinin Gördüğü Nurlar
Merhum İlhan Armutçuoğlu anlatıyor…
Efendim bendeniz, ilk haccıma karayolundan 1965 yılında gittim. O zaman yüksek islam enstitüsünde talebeydim. Yine altmışlı yıllarda hacca gittiğimin birinde hac mevsimi bitti. Kabe-i Muazzama’nın huzurunda, Altınoluk’un karşısında yatsı namazlarını kıldık, Sami Efendi ve Musa Efendi Hazretleri ön safta, bizler de arka safta oturuyoruz. Kabe-i Muazzama’nın tam tepesine ay dikilmiş vaziyette. Çok güzel bir mehtap var.
Bab’us Suud tarafından şöyle cemaati yararak bir bedevi geliyor. Acelesi var hızlı hızlı geliyor. Birden durdu. Yani frene bastı. Tam Kabe’nin tepesindeki aya bakıyor, Kabe’ye bakıyor bir de Sami Efendi Hazretlerine bakıyor. Üç noktaya, yani aya, Kabe’ye ve Sami Efendimize bakıyor. Bize on metre kadar bir mesafede. Başladı ağlamaya. Bu üç merkeze bakış bayağı devam etti. Geldi, usta bir yüzücünün denize atlaması gibi, Sami Efendi Hazretlerinin kucağına attı kendisini. Başını onun dizine koydu, Üstadımızın dizini ıslatıncaya kadar ağladı. Yalnız hiç kelam yok. Ne ondan ses var, ne üstadımızdan ses var. Belki beş dakika olmadıysa da, üç dakika başını üstadımızın dizinden kaldırmadı. Nihayet üstadımız sırtını bir okşadı, sıvazladı. Başını kaldırdı ve fevkalade bir dikkatle üstadımızın yüzüne baktı. Sonra kalktı zemzem kuyusuna doğru gidiyor ama yine arada durup durup üç noktaya bakıyor. Öyle ağlaya ağlaya gitti. Biz kendisine soramazdık ama yakınlarına sorduk; ‘Neden bu kişi, acaba üç noktaya baktı?’ Dediler ki; “ayın nurunu gördü, Kabe’nin nurunu gördü, evliyanın nurunu gördü.”
***
Rüyalarınızı Başkalarına Anlatmayın
Merhum İlhan Armutçuoğlu anlatıyor…
İlk vazifemi Dişçi Hocaefendi abimizden almıştım. Burada çok önemli bir hadise anlatayım. Turuku Aliyede ilk daireye girdiği günlerde dervişe manevi lezzeti bir tattırırlar. O safayı bir verirler. Ondan sonra da o kendisinden alınır. Bu da bir tasarruftur. O neşeler, o feyizler, o gözyaşları kendisinden alınır. Benlik çukuruna düşmesin diye.
O günlerde çok acayip, enteresan rüyalar görür idim. İstanbul’a ilk defa Sami Efendimizi ziyarete gidiyoruz. O Erenköy’deki Güllü Köşk’e kabul ettiler. Hal hatırdan sonra dersimi sordular. ‘Evladım gördüğümüz rüyaları başkalarına anlatmayalım’ buyurdular. İlk tavsiyesi budur fakire. Ve şu ayeti kerimeyi okudular: “Kâle yâ buneyye lâ taksus ru’yâke alâ ihvetike fe yekîdû leke keydâ(keyden), inneş şeytâne lil insâni aduvvun mubîn (mubînun)” (Babası, şöyle dedi: “Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine anlatma. Yoksa, sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.”) (Yusuf, 5)
Bu günlerde gördüğüm rüyaları rahmetli Baybal Abiye anlatırdım. Efendimizin o ikazından sonra artık anlatmadım. Rüya herkese söylenmez. Rüya tabirini bilene söylenir. Bir de sizi seven kişi olacak o. Eğer başka türlü tefsir ederse öyle cereyan eder. Onun için anlatacağınız kişi hem rüya ilmini bilecek hem de sizi sevecek.
***
SİZ BAŞARILI BİR ÖĞRENCİYİ HİÇ ATAR MISINIZ?
Erzurum’lu muhterem Faruk Küçük Bey anlatıyor…
“- 1973 yılında Tahtakale’de Mustafa Alemdar amcanın yakınında bir dükkanımız vardı. Her gün merhum Mustafa Alemdar amca ile selamlaşır ve sohbet ederdik. Tahtakale piyasasındaki bütün esnaf onu çok sever ve hürmet ederdi. Sami Efendi hazretleri de onun dükkanında muhâsebe defterini tutardı. Ben o günlerde 17 yaşında bekar, genç bir delikanlı idim.
Sâmi Efendi hazretlerine içimden geldiği gibi “Hacı amca” derdim. Ama o, halk arasında tanındığı ve bilindiği gibi bir hacı amca değildi. Çok vakur, heybetli, mütevazi, mükrim, müstakim, güleryüzlü ve sevimliydi. Bakmaya doyamadığım pırıl pırıl, nur gibi bir sîmâsı vardı.
Ne zaman işden fırsat bulsam, o nur yüzünü göreyim diye ziyaretine giderdim. O mübarek zât, her sabah aynı saatte dükkanımızın önünden geçerdi. Her gün tebessüm ederek bizlere doğru döner selam verirdi. Bazı sabahları onun geçeceği vakitte çayımızı hazırlar, içeriye buyur ederdik. O da bizi kırmaz, dükkanımıza girer, çayımızı içer ve müsaade alırdı. Kıymetini bilemediğimiz o tatlı anlar böyle muhabbetle geçti gitti. Onunla beraber olduğumuzda gönlümüz huzur dolar, işlerimiz bereketlenirdi. Bir gün Mustafa Alemdar amca ile üst tarafdaki odasında oturuyorduk. Dışarıdan dükkâna bir kişi girdi ve selam verip yanımıza geldi. Sami Efendi hazretleri ona “hoş geldin evladım” diyerek buyur etti. O zât, özel bir konuda zât-ı âlinizle görüşmeye geldim efendim dedi. Mustafa Alemdar amca hemen müsaade isteyip kalktı ve oradan ayrıldı.
Ben de peşinden kalkıp onu takib ederek oradan ayrılmak istedim. Fakat Sami Efendi hazretleri bana, “siz oturun evladım” buyurdu. Sonra o gelen misafire yönelerek: “Buyur evladım!” dedi. Adam mahcub ve mahzun bir vaziyette sıkılarak şöyle söze başladı:
“-Efendim! Ailevi bir sıkıntım var. Hanım ile geçinemiyoruz. Evde huzur kalmadı. Ne yapayım? Nasıl davranayım bilemiyorum? Bir çözüm ümidiyle durumu zât-ı alinize arz edeyim istedim. Ne emrederseniz onu yapacağım efendim!” dedi. Peşinden, hanımında gördüğü menfi davranışları tek tek saymaya başladı. Kalbine sıkıntı veren, içine dert yaptığı kötü hal ve tavırlarını ortaya koydu.
Sami Efendi hazretleri elinde bir kalem, önündeki kâğıda sürekli bir şeyler yazıyordu. Adamın anlattıklarını tek tek not alıp, sonuna kadar, sabırla dinledi. Adam konuşmasını tamamlayıp bitirince Muhterem Üstaz hazretleri ona:
“Başka bir şey kaldı mı evladım?” diye sordu. O da: “Hepsi bu kadar efendim!” diye cevap verdi. Sami Efendi hazretlerinin nur gibi parlayan sîmâsı biraz değişmişti.
“-Evladım! Bu hanımın hiç iyi tarafı yok mu?” diye sordu. Anlaşılan adam böyle bir soruya muhatab olacağını hiç düşünmemişti. Beklemediği bu sual karşısında şaşırıp kaldı ve derin bir sükûta büründü. Sami Efendi hazretleri onu, sorular sorarak konuşturmaya çalıştı. Peşpeşe sorduğu şu sorulara cevaplar almaya gayret etti.
“- Evladım! Bu hanım kadınlık vazifesini yerine getiriyor mu?” dedi.
O da: “-Evet Efendim! ...” dedi.
“-Namusunu, iffetini koruyor mu?”
“-Evet!..”
“-Günlük hizmetlerini yapıyor mu?”
“-Evet!..”
“-Evinin temizliğine, çoluk çocuğuna bakıyor mu?”
“-Evet!..”
“-Yemeğini pişiriyor ve bulaşığını yıkıyor mu?”
“-Evet!..”
“-Namazını kılıyor, ibadetini yapıyor mu?”
“-Evet!..”
“-Tesettürüne dikkat ediyor mu?”
“-Evet!..” diyerek cevap verdi.
Sâmi Efendi hazretleri sorduğu sorular ve aldığı cevapları bir kağıda tek tek not almıştı.
Onlara yüz üzerinden puan vererek durum değerlendirmesi yaptı ve neticeyi şöyle açıkladı:
“-Bak evladım! Hanımının hakkında söylediklerini not aldım. Anlattıklarının içerisinde menfî olarak görüp, saydığın davranışlar, yüz üzerinden yirmi puan tutuyor. Sorduğum sorulara verdiğin müsbet cevablar ise yüz üzerinden seksen tutuyor. Sen bir öğretmensin. Yüz puan üzerinden seksen alan bir talebeyi hiç azarlar, dışarı atar mısın? Elbette azarlamaz, dışarı atmazsın. Olsa olsa o talebeyi daha yüksek puan almaya teşvik edersin. Benim nazarımda sen yüz puan almaya layıksın. Ben sende bu kabiliyeti görüyorum dersin” buyurdu.
Muhterem Üstaz hazretleri bu davranışıyla bize aynı zamanda aile içi bir meseleyi çözme yolunu öğretmiş oldu. Mahrem konulara kadar çok açık sorular sorarak kişiyi rahatlattı. Onun zihnini meşgul edecek bir konu bırakmamağa çalıştı. Bir öğretmen gibi not tutup, puan vererek o evladını kendi içinde muhasebeye sevketti. Son derece nazik davranışıyla ve özlü nasihatlarıyla bir yuvanın yıkılmasına engel oldu. Aile yuvalarını ayakta tutacak, yıkılmasını önleyecek pek mühim bir mesaj verdi: Aile seadetini sağlayacak hayat düstûru pek kıymetli nasihatlarıyla o evladını kurtardı. O mânevi evladının şahsında bütün sevdiklerine şu tebliğde bulundu:
“-Evladım! Kadınlar Allah’ın bizlere emânetidir. O emânete sahib çıkmak, asıl emâneti veren Allah’a saygı göstermektir” buyurdu.
***
KUYUMCUYA GİTTİĞİNİZDE NEYE BAKARSINIZ?
Allah dostları merhamet dolu bir kalbe sahip, engin gönüllü, ufuk insanlardır. İnsanlara ayıp görmek veya kusur araştırmak için değil hep sevgi ile bakarlar. Onlar, kusur defterini yakmış, afvetmeyi kendilerine şiar edinmiş sevgi dolu gönül erleridir. Hizmet, muhabbet, şefkat ve merhamet, afv ve müsâmaha onların gönül meyvesi olmuştur. Kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmez, kimseye kin tutmaz, hased etmezler. Dünyada tek hedef ve gayeleri Allah’a güzel bir kul olabilmektir. Bu konu ile ilgili bir hâtırayı muhterem Ahmed Fatih Andı amca şöyle anlatır:
“-Bir ziyaretimde Tahtakale'de Üstadımız'la birlikte odasında oturuyorduk. Adana’lı bir kişi geldi ve Üstadımıza: “Efendim! Yeni tayin ettiğiniz abiye bir türlü ısınamadım. Kalbim bir türlü onu kabul edemedi” gibi sözler sarfetti. O günlerde Adana’ya Hacı Hasan Efendi yeni görevlendirilmişti. O kardeşin sarfettiği bu sözlere karşı Üstadımız hiç yorum yapmadan şöyle cevab verdi:
“-Evladım! Siz bir kuyumcuya gittiğinizde kuyumcuya mı bakarsınız,
Yoksa alacağınız altına mı bakarsınız? Kuyumcunun sakalına, boyuna, bakmazsınız, alacağınızı alır çıkarsınız” buyurdu.
Huzurunda kimsenin gıybetinin ve dedikodusunun yapılmasına fırsat vermedi.
***
Asırlar Boyunca Parlayan Nur
Ali Ulvi Kurucu Bey bir ara Mahmûd Sâmi Efendi’nin İbrahim b. İdrîs es-Sünûsî el-Fâsî’nin en-Nûru’l-lâmi’ isimli Arapça eserinden sohbet yaptığına şâhid olmuş. Bu eser ümmetin birlik beraberlik içinde olması gerektiğini anlatan bir esermiş. Bir süre sonra Ali Ulvi Bey Konya’dayken rüyasında Sâmi Efendi kendisine bu eseri Türkçe’ye tercüme etmesini tavsiye etmiş. Sabah olunca o dönemde Konya’ya gelmiş olan Ömer Kirazoğlu Bey ile görüşmüş. Henüz ona rüyasını anlatmadan Sâmi Efendi’nin damadı olan Ömer Kirazoğlu: “Ali Ulvi Bey! Sâmi Efendi hazretlerinin size selamları var, İbrahim Sünûsî’nin en-Nûru’l-lâmi’ isimli eserini tercüme etmenizi istirham ediyorlar” demiş. Bunun üzerine Ali Ulvi Kurucu Bey bu eseri Asırlar Boyunca Parlayan Nur adıyla tercüme etmiş ve eser yayınlanmıştır. (Ankara 1963).
YORUMLAR