İmam Gazzâli kuddise sirruh buyurur ki:
Bazı peygamberlere şöyle vahiy geldi: “Benim sıfatlarımı kullarıma haber ver, onların anlayışları beni tanımaya istidâd kazansın.” Kula gereken Hakkın kudretini, san’atının inceliklerinde görüp O’na olan huşûunu artırmakdır. Varlık âlemindeki her şey O’nun san’atıdır. Ne kadar âcîb, garib varsa, evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi, insanların, meleklerin ne kadar ilimleri varsa, O’nun ilmi yanında hiçtir. Hakk’a dost olmayan, câhil kalır. Kendi başına öğrendikleri de bir şeye yaramaz.
Namazın hakikatı ve rûhu, huşûdur. Bu da gönlün namazın tamamında huzûr halinde bulunmasıdır ki, namazdan maksat budur. Bu yerine getirilince, gönül her an Hak ile tazelenir. Hakk’ı edeb ve tâzimle zikretmek gerekir. Kur’an-ı, Hak sübhânehu ve Teâlâ hazretlerinin kelâmı olduğunu bilerek ve O’nun kelâmı olduğunu düşünerek okumak lâzımdır. Böyle okunursa gönle tesir eder. Eğer gönül ahlâk-ı habîse necâsetlerinden temizlenip nûr-i tâzim ile istikamete gelmez ise Kur’ân’ı anlayamaz. Rabbin azâmetini gönlünde duyamaz. Bu duygudan mahrûm kaldığı için de O’nun ef’âl ve sıfâtını anlayamaz. Düşün ki Arş, Kürsi, yedi kat gök ve yedi kat yer ve bunların arasındakiler, melekler, insanlar, cinler, hayvanlar, haşerat, cemâdat, nebâtat ve sâir mahlûkat, O’nun kabza-i kudretinde bir zerre hükmündedir. Dilerse bir anda helâk eder, dilerse bir anda binlerce âlem halkeder.
Kendi kudretinden başka bir şeye de muhtaç olmaz. Çünkü ziyâdelikler ve noksanlıklar O’na ait değildir. Bunları tefekkür et, gönlünü temizle, O’nun azametini duymaya çalış. Kur’an’ı yâni O’nun kelâmını anlamak için edeple oku.
Denilir ki, Allah’ın yarattığı hayvanların en küçüğü sivrisinek, hububatın en küçüğü de hardal tanesidir. Bunların her birinde üç yüz hikmet vardır. Diğer hayvanlardaki gizli hikmetler, büyüklükleri ve faydaları nisbetinde çoktur. Kalplerindeki hicâblar kaldırılan yüksek akıl sâhibi müttakîler, dilediklerini son haddine vardırıp Allah’tan dileseler, Allah’ın tedbirinden râzı olmaları ve takdirinin güzelliğini anlamaları, onların dilekte bulunmalarından daha hayırlı olur. Şu yöndendir ki: Allah, hâkimlerin hâkimi değil midir?” (Tin sûresi:8)
İç sıkıntısının mühim sebeplerinden biri dünyaya aşırı derecede muhabbet beslemek, dünya için sevinmek ve dünya için üzülmektir. Boş, lüzumsuz şeylere sevinmek kalbi sıkar fakat sahibi bunun sebebini anlayamaz. Bir de insanlarla kalben meşgul olmak. En bâriz sebebini, Allah Teâlâ’dan gafil olmak teşkil eder. Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem hazretleri buyurdular. Ebû Hüreyre radiyallâhu anh rivayet ediyor:
– Ey Ebû Hüreyre, dünyayı bütün içindekilerle beraber sana göstereyim mi?
Ben “evet, ey Allah’ın Rasûlü” dedim. Elimden tuttu, beni Medine’nin derelerinden bir dereye götürdü. Orada; içinde insan kafaları, insan tersleri, paçavra haline gelmiş bez parçaları ve çürümüş kemikler bulunan bir çöplük vardı. Allah Rasûlü:
– “Ey Ebû Hüreyre” dedi. “Bu kafalar da sizin gibi harîs idiler. Sizin gibi emelleri vardı. Bugün ise onlar derisiz birer kemiktir. Daha sonra da çürüyüp un haline gelecekler. Şu tersler nereden kazandılarsa kazanıp sonra midelerine indirdikleri yemeklerin tersleridir. Şu eskimiş, paçavra bez parçaları onların giydikleri elbiselerdir. Şimdi rüzgâr onları burada yeldiriyor. Bu kemikler onların faydalandıkları hayvanların kemikleriydi. Kim dünyaya ağlamak isterse ağlasın!”
Rasûlullah bunları anlatırken ağlamamız kesilmedi. Gittikçe şiddetlendi. Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular:
– “Kıyamet günü bir kısım insanlar gelirler, dağlar gibi amelleri vardır. Cehenneme atılmaları emrolunur.”
Sahabe-i kiram radıyallahü anhüm sordular:
– Onlar namaz kılar mıydı? Fahri Kâinat efendimiz buyurdu;
– “Evet, namaz kılarlar, oruç tutarlar ve geceleri ağlarlardı. Fakat dünyevî bir menfaat mevzubahis olduğu zaman hemen atılırlar, Allah’ı unuturlardı.”
Altınoluk Sohbetler-6, s.41, Sâdık Dânâ, Erkam Yayınları
YORUMLAR