Günümüzün küresel efendileri aynı zamanda küresel ifsad şebekesinin öncüleridir. O yüzden küreselleşen hayat tarzı ve zihniyet, yanında habasetini, necasetini ve dalaletini de getiriyor. Hak ve hakikate muhalif her duruş, tavır ve eğilim bir anda küresel bir yaygınlık kazanabiliyorsa bunun sebebi budur.
Nasreddin Hoca’ya “dünyanın merkezi neresidir” diye sormuşlar, “merkebimin ayağını bastığı noktadır” diye mukabelede bulunmuş. “Nereden biliyorsun?” diye itiraz edenlere o muzip tebessümüyle susturucu cevabı vermiş: “İnanmıyorsanız ölçün…” İnanmayanlar ölçtüler ve Hoca’nın doğru söylediğini tespit ettiler; her noktasının kürenin merkezi olduğunu buldular. Günümüzde bir vakıa olarak tecrübe ettiğimiz globalleşme ya da küreselleşme Hoca’nın tespitinin yani kürenin her noktasının merkeziliği üzerine oturuyor. Küreselleşme, kürenin bir noktasındaki düşünce, algı ve zihniyetin artık kürenin her noktasında geçerli olması şeklinde tarif ediliyor.
Küreselleşme, sınırların ortadan kalkarak, başta ekonomik ürünler olmak üzere her şeyin serbestçe değişim ve dolaşımı diye ifade edilse de modern dünyanın yaldızlı ve afili birçok kavramı gibi bir aldatmacadan ibaret. Küreselleşme aslında, güçlünün zihniyetini ve hayat tarzını kürenin her yerinde geçerli kılmayı amaçlayan bir Frenk oyunu. Serbestçe dolaşması istenen her şey değil, sadece güçlüye ait olanlar. Bunun başında da onların ürettiği ekonomik ürün ve hizmetler geliyor. Bugün küreselleşme dendiğinde anlamamız gereken, küresel efendilerin ürün ve hizmetlerinin kürenin her tarafında aynı coşku ve tatminle tüketilir hale gelmesine imkân sağlanmasıdır. Dolayısıyla küreselleşme güçlünün dünya görüşü ve hayat tarzının kürenin her noktasında hâkim hale gelmesini amaçlayan bir dayatmadır.
Günümüzün küresel efendileri aynı zamanda küresel ifsad şebekesinin öncüleridir. O yüzden küreselleşen hayat tarzı ve zihniyet, yanında habasetini, necasetini ve dalaletini de getiriyor. Hak ve hakikate muhalif her duruş, tavır ve eğilim bir anda küresel bir yaygınlık kazanabiliyorsa bunun sebebi budur. Dünyanın bir noktasında işlenen isyan, cürüm ya da masiyet ertesi güne kalmadan dünyanın her yerine ulaşmakla kalmıyor, her yerde işlenebilecek şekilde ve albenili bir tarzda pazarlanıyor. Son örnek Cadılar Bayramı denen pagan kutlamadır. İngiltere’de ortaya çıkmış, ABD’de yaygınlık kazanmış bu uygulama Suudi Arabistan gibi bir ülkede kutlanmakla kalmadı, Güney Kore’de 156 kişinin ölümü ile neticelenen bir vahamet tablosu bile ortaya çıkardı.
Küresel efendilerin desteklediği ve teşvik ettiği ifsad şebekesi ekonomi merkezli, daha çok tüketmeyi gaye haline getirmiş, insanın aslına ve özüne düşman bir hayat tarzının taşeronudur. Haz ve hızı esas alan bu hayat tarzının belli öncüleri vardır. Bu öncüler çoğunlukla kültür ve sanat dünyasındaki sapkın hayatlarıyla öne çıkmış rol modellerdir. Sosyal medya mecraları ile pazarlanan bu tipler sadece saptırmak ya da baştan çıkarmakla kalmaz, ıslah derdinde olanları küçümser, yıkıcı ve yıldırıcı bir propaganda ile itibarsızlaştırmaya çalışırlar. İyilikten yana olanları aşağılar, çirkef söylemlerle bezdirmeye çalışırlar. Özgürlük adı altında bozgunculuk çıkarır, buna rağmen tam tersini iddia ederek ıslah ettiğini söylerler. Tıpkı ayette ifade edildiği gibi: “Onlara ‘Yeryüzünde ifsad çıkarmayın’ denildiğinde, ‘Hayır, biz yalnızca ıslah edenleriz’ derler.” (Bakara, 11)
İfsad şebekesinin taşeronları bir damla petrolü bir damla kandan kıymetli gören zihniyetin ortaklarıdır. Laboratuvarlarda insan kopyalama hadsizliğine kalkışan cüretkâr münkirler de bunlardır, salgın sürecinde aşı endüstrisinin ciroları uğruna milyonların canı ile oynamaktan çekinmeyen doktor görünümlü caniler de… Allah’ı, kitâbını, ahkâmını tanımamak, yok saymak ve fıtrata düşman hayat tarzlarının çığırtkanlığını yapmak başlıca işleridir. İfsad şebekesi olarak hiç dur durak bilmeden çalışır, sapkınlığın ve ahlâksızlığın normalleşmesi için gayret ederler. Hattı zatında bunun garip görülecek bir tarafı yoktur, çünkü ilâhî kanun gereği cibilliyet ve tıynetlerinin gereğini yerine getirirler. Garip görülmesi gereken ıslahı dert edinenlerin ne yaptığı, ne işlediği ve ne ile meşgul olduğudur.
İmanı aşkla yaşayan bir mü’minin ıslah derdi mutlaka olmalıdır. Islah derdi, sâlihliğin ötesinde muslih olmayı gerektiren aktif bir iyilik hâlidir. Muslih, yeryüzünde bozgunculuk için çalışanların karşısında durur ve en az onların fesat için çalıştığı kadar ıslah için çalışır. “Ne olurdu, sizden önce helâk edilen nesiller içinde iman, sâlih amel ve güzel ahlâk gibi faziletler sahibi ve Allah yanında kalıcılığı olan değerleri gâye edinmiş bazı insanlar bulunsaydı da, yeryüzünde bozgunculuk çıkmaması için çalışsalardı! Ne yazık ki, onların içinde bu vazifelerini gereği gibi yaptıkları için kurtardığımız pek az kimse oldu. Zâlimlere gelince, onlar sadece içine dalıp gittikleri dünyevî zevk u safânın peşine düşüp şımardılar ve hep günah işlemekle meşgul oldular. Yoksa senin Rabbin, halkı hem kendi nefislerini hem de toplumu ıslahla meşgul bulunan ve hakka hukuka riâyet eden memleketleri haksız yere helâk etmez.” (Hud, 116-117)
Âyet, toplumu ıslahla meşgul olanların ismini “muslih” olarak koyuyor. Sâlih, “dinî ve ahlâkî bakımdan iyi davranışlara sahip kişi” olarak tarif edilir. Muslih ise dinî ve ahlâkî bakımdan iyi davranışlara sahip olduğu gibi gücünün yettiği ölçüde iyi davranışları yayan ve yaygınlaşması için çalışan kimsedir. Allah yetimlerin işleri ve malları ile ilgilenerek durumlarını iyileştirmeyi bir ıslah faaliyeti olarak teşvik etmiş ve bu konuda gayret gösterenlerden hangisinin müfsid hangisinin muslih olduğunu en iyi bilen olduğunu ifade etmiştir. (Bakara, 220) Dolayısıyla ıslah işi ile uğraşmak ya da muslih olmak bir tür aktif iyilik hâli ile dünyanın üzerine yürümektir. Aktif iyilik ya da ıslah erliği zorluğu göze alarak yapılacak bir tercihtir. İyiyi herkes sever ama “siz de iyi olun, siz de kötülükten uzak durun” diye ikaz eden ve gayret göstereni seven pek olmaz. İfsad şebekesinin ana görevlerinden birisi ikaz eden ve ıslahın tesisi için çalışan muslihlerin gözden düşmesini temindir.
Sâlih olmak bir kurtuluş vesilesidir, ama muslih olmak başkalarının da kurtuluşunun vesilesi olmak demektir. Açıktır ki bu Hz. Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisi ile geldiği hakikattir. Muslih olmak, sadece iyi ve doğru kalmanın değil, iyiliği ve doğruluğu yeryüzünün düzeni kılmanın gayretidir. Böyle bir gayretle yaşamak zaferden değil seferden mesul olduğumuz şu dünya hayatında en akıllıca yoldur ve ötede Rabbimize karşı sunacağımız yegâne mazeretimizdir: “İçlerinden bir topluluk, ‘Allah’ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla cezalandıracağı kimselere ne diye öğüt veriyorsunuz sanki!’ deyince onlar, “Rabbimiz katında bir mazeretimiz olsun diye; bir de sakınıp çekinirler ümidiyle” şeklinde cevap verdiler.” (A’raf, 164)
Muslih, ıslah derdinde olan kimsedir; bozulanı onarır. Hem kendi nefsini hem de toplumu düzeltmeye çalışır. Hakkın ve sabrın teminatıdır. Muslihin zıt anlamlısı müfsiddir. Müfsid, düzgünü bozar; Kur’an’da zemmedilen bu tip, ekini ve nesli bozmakla itham edilir: “İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki o, hasımların en yamanıdır. Arkasını dönüp gidince veya bir işin başına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmak, ürünleri ve nesilleri yok etmek için koşturur durur. Oysa Allah, bozgunculuğu asla sevmez.” (Bakara, 204-205)
Müfsid sakınılması gereken bir tiptir. Tefsirlerde bu tipin ilk temsilcisinin güzel söz söyleyen ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in meclisinde itibar gören Ahnes bin Şüreyk olduğu rivayet edilmiştir. Bu kişi Hz. Peygamber’in yanından ayrılınca uğradığı İslam beldesinde ekini yakmış ve hayvanları telef etmiştir. Yeryüzünü ıslah ediyoruz diyerek ifsad edenler ekonomik düzeni bozarlar ve nesli helake sürüklerler. Faiz temelli bir sistem ile paradan para kazanır, zengin ile fakirin arasını açar, Allah’ın yasak ettiği her türden ticareti meşrulaştırır ve en kötüsü insanı ve ilişkileri metalaştırarak her şeyin maddi olana irca edildiği materyalist bir hayat tarzını hâkim kılarlar. Mukaddesi olmayan bu hayat tarzı eğitimi de tesiri altına alır ve tamamen derd-i maişet ve dünya odaklı nesiller yetiştirir. Bu ise sadece ekinin değil neslin de helâkine götürür.
Muslih, ıslah işini önce nefsinde gerçekleştirmiş bir iman neferidir. Hakkın şâhidi ve müşâhidi olarak yaşamak başlıca gayesidir. O, hakkı ve sabrı tavsiye vazifesini bir hayat tarzı haline getirmiştir. Bu hayat tarzının ufkunda doğruluğun, iyiliğin ve güzelliğin cazibesini artırmak vardır. Doğruluk, iyilik ve güzelliğin cazibesi nasıl artırılır? Kendisi ile dirilemediğimizi başkasına teklif edemeyiz. Güzelliği üzerimizde gözükmeyen inancın muhatabımıza yapacağı katkı sınırlı olacaktır. Rabbimize götürmekle memur olduğumuz kalb-i selim, hayatımızın her şubesine damgasını vurmalı, hiss-i selim, zevk-i selim, fikr-i selim, teşebbüs-ü selim ve amel-i salih olarak yöneldiğimiz ve temas ettiğimiz her yerde tebellür etmelidir.
Muslihin aktif iyiliği öncelikle iktisadi hayata ve nesil yetiştirmeye yöneliktir, çünkü müfsidin bozmak için uğraştığı iki alan ekonomi ve nesildir. Bu açıdan en önemli iki ıslah faaliyeti ekonomik ilişkilerde dinimizin muamelat bahsinin hayata geçmesi için gayret etmek ve arkamızdan seccademize ve manevi mirasımıza varis olacak nesil endişesi ile eğitim ve öğretim faaliyetlerine omuz vermektir. İfsad şebekesinin bize sürekli darbe vurduğu bu iki faaliyet sahası ıslah gayreti ile yola çıkacakların ilk derdine düşecekleri kanayan yaralarımızdır.
YORUMLAR