İmtihan Odur ki İmtihan Olduğu Bilinmeye

En sıkıntılı imtihan, imtihanı yapandan gafil olmaktır. Hayat, bu gerçeği anlayacak kadar kısa, bu gerçeği kolayca taşıyamayacak kadar uzundur. Rutinin ve durağanlığın sisi, her an mucize, tecelli ve harikalarıyla zuhur eden Rabbimizin azametini idrak etmemize mânidir. O yüzden hep teyakkuzda olmak, her anı son nefesmiş gibi yaşanan bir hayata muvaffak olmak gerekiyor.

İmtihan kelimesi Kur’ânımızda iki âyette geçer. Hucurat Sûresi 3. âyette Rasûlullah Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in huzurunda seslerini kısanların takva ile arındırıldığı ifade edilirken, arındırma kelimesinin karşılığı olarak imtehane filli kullanılır. İmtihan bir arındırma vesilesidir. Nitekim kıymetli madenleri arındırma işlemi de aynı kavram ile karşılanır. Allah müminlerin kalplerini Rasûlüne tazim ile sınamış, onlar da edebe riayet ederek bu imtihandan başarı ile çıkmışlardır.

İmtihan kelimesinin kullanıldığı ikinci ayet hicret ederek gelen mü’min kadınların imtihan edilmesini emreden Mümtehine Sûresi 10. âyettir. “Femtehinuhunne” şeklinde gelen emir, kalplerdekinin açığa çıkartılması maksatlı bir samimiyet testi yapılmasını ister. Maksat, hakikatin herkes tarafından bilinmesinin teminidir. Söz konusu hanımlar samimi olarak gelmiş olabilirler; imtihan, bu samimiyetin açığa çıkması, dolayısıyla bir şüphe kalmaması içindir.

Kur’ânımızda deneme ve sınama anlamlarına karşılık olarak kullanılan diğer bir kavram ise belâ’dır. “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için (liyeblüvekum) ölümü ve hayatı yaratandır.” (Mülk, 2) âyeti buna bir misaldir. Firavun’un İsrâiloğulları’na yaptığı işkenceler “büyük belâ” (sıkıntı) olarak isimlendirilirken, Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etme teşebbüsü “açık belâ” (deneme) olarak ifade edilmiştir. Yine Bedir Savaşı sonunda kazanılan zafere, neticesi güzel imtihan manasında “güzel bir belâ” denilmiştir.

İmtihan ve belâ yaşadığımız hayatın şifreleridir. Dünya baştan ayağa bu iki kavramın tezahüründen ibarettir. İyi-kötü, nimet-külfet, dost-düşman, acı-tatlı her şey deneme ve sınama vesilesidir. Rabbimiz En Güzel İnsan’dan diğer peygamberlere kadar herkesi denemiş, hiç değişmeyecek bir sünneti olarak bu keyfiyeti kitabında herkes için ilan etmiştir: “İnsanlar, denenip imtihandan geçirilmeden, ‘İman ettik’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; kezâ O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut, 2-3) Sınamak diye çevrilen yuftenun kelimesi fitne kelimesinin akrabasıdır. Fitne imtihan konusu olan şeydir.

Dünya tarihi peygamberler tarihi, peygamberler tarihi ise imtihanlar tarihidir. Hz. Âdem aleyhisselâm’ın kıssası nefisle imtihan, Hz. Nuh aleyhisselâm’ın kıssası insanlarla imtihan, Hz. İbrahim aleyhisselâm’ın kıssası kalbin imtihanıdır. Hz. İsmail aleyhisselâm teslimiyetin, Hz. Eyyûb aleyhisselâm sabrın, Hz. Yâkub aleyhisselâm tevekkülün, Hz. Yusuf aleyhisselâm iffetin, Hz. Mûsâ aleyhisselâm dirayetin, Hz. Süleyman aleyhisselâm iktidarın imtihanını yaşamıştır. Âlemlere Rahmet Efendimiz ise en güzel, ince ve duyarlı kalbin sahibi olarak imtihanların en ağırlarına maruz kalmış, bu imtihanlar karşısındaki tavrı ile kıyamete kadar bütün insanlığa numune olacak bir hayata muvaffak olmuştur.

Biz de imtihandayız. Ömrümüz imtihanın süresi, acısı ve tatlısı ile yaşadığımız hayat imtihanın kendisidir. Bizden beklenen güzel amellerdir. Sadece iman etmek kâfi gelmez, eylemek, amel etmek de gerekir. Kimin ne eyleyeceğini mizaç ve meşrebi, ne kadar eyleyeceğini kapasitesi belirler. Kur’ânımız mizaç ve meşrebe “şâkile”, kapasiteye  “vüs’at” der. Şâkile keyfiyeti (nitelik), vüs’ât kemiyeti (nicelik) belirler. Keyfiyetin kalitesini tayin kimsenin haddi değildir. O yüzden herkesin şâkilesine göre iş yaptığını ifade eden ayet şöyle biter: “Fakat kimin daha doğru bir yolda olduğunu en iyi Rabbiniz bilir.” (İsra, 84)

İmtihandayız; ne yaptığımız kadar ne kadar yaptığımız da sorulacak. Vüs’âtimiz ya da kapasitemiz kadarından sorumluyuz, fazlası değil. Verilen kadar sorumlu olmak bir teselli verebilir. Ama tehdit şuradadır ki ne verildiğini bilmiyoruz. Kapasitemizi, potansiyelimizin sınırlarını keşfedebilene aşk olsun. 45 kilogram yük kaldırabilmesi ile teselli bulanlar 50 kilogram yük kaldırabilecek kapasiteleri varsa, aradaki 5 kilogramın hesabını verecekler. Yaptıklarımızın kalitesi ve keyfiyeti kadar, yapmadığımız ya da yapamadığımızın hesabı da sorulacak.

Her anımız ve her şeyimizle imtihandayız. Ama imtihanın en ağırı imtihanda olduğunu bilmemektir. Bir de şu hayat sahnesinde neyi, ne kadar yapması gerektiğini keşfedememek… Bizi bu kadar insan içerisinde biricik kılan Rabbimizin bizden murâdını öğrenememek ne acıdır! Hakkımızda bir ilâhî murâd var. Bunu bulmak için, 8 milyar insan içerisinde bizi özel kılan, bizi diğerlerinden ayıran nitelikler ipucudur. İnsanın kendini tanıması en mühim iştir. Kendini bilen Rabbini bilir.

Rabbimizin abes yaratmayacağına iman etmişsek, biricikliğimizin de sadece bize ait ve bizimle başarılacak bir vazifeye tekabül ettiğini görmemiz gerekir. Neyi, niye yapacağını keşfetmek; içine atıldığımız şu devranda sadece bizim eylememizi bekleyen bir yer, şahıs, zaman olduğunu bilmek demektir. Sadece bizim müdahalemizi bekleyen bir yer, bir zaman ya da birisi varsa buna bizden başkası erişemeyecek demektir. Mesela bu, bir mazlumun gözyaşını silmekse, onu bizden başkası silemeyecek; mesela bu, bir kötülüğü engellemekse onu bizden başkası engelleyemeyecektir. Bu ne büyük bir mesuliyettir!

İnsanların hepsi yaratılış amaçlarına uygun yaşasa ve dünya güllük gülistanlık bir yere dönüşse de fert olarak yapmamız gerekeni yapmıyorsak bir şey hep eksik kalacak. O eksiklik bedeli ödenecek bir maliyet ortaya çıkaracak ve bunun faturası bize kesilecek. Eksik kalan şey bize yazılmış vazife ya da hakkımızdaki murâddır. İmtihan, bunu zamanında keşfedip, vazifemizi tez elden yerine getirmek için yola koyulmayı başarmaktır. Ortada taşınacak bir yük var. Bunu kimseye tahvil edemeyiz çünkü herkesin yükü ayrıdır. Herkeste farklı bir zamir, farklı bir ruh, farklı “şâkile” vardır ve bunun sorgusu özel, karşılığı da sadece sahibine hastır.

Yapılacak güzel işler bellidir, amel-i sâlih de tarif edilmiştir. Ama iman ederek eylemek, güzel işe damgasını vurmak ve dolayısıyla o işi kalbin ameli yapmak kolay değildir. Bir büyük imtihan da işte budur. Güzel işler çeşit çeşittir. İşe güzelliğini veren kalpteki niyettir. İşin güzelliği kalpteki niyetin güzelliği ile açığa çıkar. Birisi kalbini ekşiterek bin verir, güzel niyetle bir verenin gerisinde kalır. Niyetin güzelliği şâkileye uymasına bağlıdır. İçimizden gelmeyeni dışımıza aksettiremez, içimize düşmeyenin peşine düşemeyiz. Evet, güzel iş çoktur ama herkes güzeli önce içinde var eder. Gönlümüzü katamadığımız hiçbir iş güzelleşmez.

Gönlümüzü imar ve inşa etmeden, dışta bir imar ve inşa sürecine giremeyeceğimizi fark ettiğimizde imtihanın bize has mahiyetini de anlamaya başlayacağız. Kendisi ile dirilmediğimiz bir hakikati başkasına teklif edemeyiz. İslam bizim kendisi ile dirilmemiz gereken hakikatimizdir. Biz onu gözümüzü açtığımızda cebimizde bulduk. Cebimizdekini kalbimizdeki yapmak bir diğer imtihanımızdır. İslam, üzerimizdeki en büyük nimettir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı dileyen, imtihanı geçmek isteyen bunu ancak İslam’la başarabilir, çünkü Allah’ın hakkımızda razı olduğu din odur: “Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim” (Mâide, 3)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle dua ederlerdi: “Allah’ım! Ben zayıfım, zaafımı Sen’in rızâ-yı şerîfini kazanma husûsunda kuvvetlendir. Nâsiyemden tutarak beni hayra sevk eyle! İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl!” İslam’ın rızamızın en son noktası olması, imtihanın başarılmasıdır. İslam’ı istemek Allah’ın rızasını istemektir. İslam’ı istemek, hakkımızdaki muradı keşfetmektir, çünkü İslam Allah’ın bizden istediğidir. O yüzden rızasının ufkuna İslam’ı koyan imtihanı nasıl geçeceğini de bulmuş demektir.

Meşru dairesi ve sınırları, müsaade ettikleri ve yasakladıkları ile İslam bize kâfidir. İmtihanı kazanmak, buna razı olmak; imtihanı kaybetmek, bu konuda kafa karışıklığına düşmektir. İnsanlar bugün İslam’dan, bu yüce nimetin bütün insanlık için tek kurtuluş yolu olduğundan şüpheye düşmüşlerse daha büyük imtihan aramaya gerek yoktur. İslam’ı rızasının son noktası yapamayan imtihanı kazanmayı ummasın. İmanın tadını bütün tatların önüne geçiremeyen de İslam’ı temsil ettiğini iddia etmesin. İslam’la sıkıntısı olana başka imtihan aramaya gerek yok. İslam’la sıkıntısı olmayana ise İslam’ı ne ölçüde temsil ettiği sorusu yetecek de artacaktır. İmtihan, sadece semâvî, arazî ya da sosyal afet ve musibetlerle sınırlı değildir. En büyük imtihan din sahasındadır. Kendisine İslam yetmeyene daha büyük bir bela gelmeyecek, İslam’ı yaşamak isteyip de temsil konusunda tökezleyene de bu imtihan olarak yetecektir.

En sıkıntılı imtihan, imtihanı yapandan gafil olmaktır. Hayat, bu gerçeği anlayacak kadar kısa, bu gerçeği kolayca taşıyamayacak kadar uzundur. Rutinin ve durağanlığın sisi, her an mucize, tecelli ve harikalarıyla zuhur eden Rabbimizin azametini idrak etmemize mânidir. O yüzden hep teyakkuzda olmak, her anı son nefesmiş gibi yaşanan bir hayata muvaffak olmak gerekiyor. Bu şekilde göklere yükselmeye yol bulamayanlara esfel-i safilinden başka seyir yolu yoktur. Bunu bilip, etrafına nazar edip kalbi sızlayanın imtihanı şu dizelerde ifade edilendir: “Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!/Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak/ Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden/Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden.”

Evet, “iman ettik” demekle bırakılmayacağız. İmanı aşkla yaşamak ve çatırtılar gelen kubbemize yetişmek mesuliyetimiz var.

PAYLAŞ:                

Mehmet Lütfi Arslan

1972 yılında Vezirköprü’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Merzifon’da tamamladı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İşletme bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü’

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle