Filistin sorununun yıllardır çözülememesinin en önemli nedenlerinden biri hatta en önemlisi üç semavi din için de büyük önem taşıyan Kudüs şehrinin statüsünün ne olacağının belirsizliğidir. Şehrin belirsizliğini ortadan kaldıracak adil bir çözüm, Filistin-İsrail meselesini, buna bağlı olarak da Ortadoğuyu etkileyen diğer sorunların halledilebilmesinin önünü açacaktır. Ancak bu o kadar uzak bir ihtimal olarak görülüyor ki bunun gerçekleşebileceğine neredeyse kimse inanmıyor.
Peki neden imkansız?
Çünkü Müslümanların ilk kıblesi, Resulllah (a.s)'ın İsra ve Mirac'a yükseldiği mecside evsahipliği yapan Kudüs için İsrail yönetimi üç tane 'sonsuza kadar' ilkesi belirlemiştir:
-Sonsuza kadar başkent,
- Sonsuza kadar Yahudi egemenliğinde,
-Sonsuza kadar da bölünemez.
Hal böyle olunca Kudüs için adil bir formülün bulunabileceğinden bahsetmek ne derece gerçekçidir tahmin edersiniz. İsrail yönetimi Kudüs için belirlediği “üç sonsuza kadar ilkesi”ni tesis ve muhafaza etmek için şehrin tamamını ele geçirdiği günden beri Kudüs'ü her anlamıyla Yahudileştirme gayreti içindedir. Arap mahallelerinin ortalarına yeni Yahudi mahalleleri kurmakta, buranın Filistinli sakinlerini göçe zorlamaktadır.
Bu gayretlerin en önemlisi şehrin kalbi olarak görülen “Haremüşerif”e yönelik daha tehlikeli bir süreci adım adım da olsa sürdürüyor olmasıdır.
Bugün “arkeolojik kazı”, “Yahudi eserlerini ortaya çıkarmak” gibi kılıflarla Mescidi Aksa etrafındaki harfiyat çalışmaları, İsraillilerin hayallerini süsleyen o “mukaddes” hedefi gerçekleştirebilme gayretinin bir parçasıdır.
Ney mi o “mukaddes” hedef ?
Süleyman Mabedi ya da diğer adıyla Siyon Mabedi'ni yeniden inşa etmek.
Süleyman Mabedi, Yahudi inanışına göre, yerini Tanrının seçmiş olduğu ve onun istemesiyle Kral Süleyman tarafından yaptırılan Kudüs'deki mabettir. Bu mabedin Yahudiler nezdindeki adı Bet-Hamikdaş'tır (Kutsal Ev). Bir çok defa tahribata uğrayan ve en son M.S. 70 yılında tamamen yıkılan Süleyman Mabedi'nden geriye bugün sadece “Ağlama Duvarı” olarak da anılan batı duvarı kalmıştır. Bu duvar da bugün Mescidi Aksa ile bitişik durumdadır.
Süleyman Mabedi'nden kalan batı duvarı Yahudiler için önemlidir. Adı, İbranice'de "Kotel"dir. Yahudiler, bu duvarın önünde Mabedin durumu için ağıt yakarlar ve en kısa zamanda yeniden inşa edilmesi için Tanrıya yakarırlar.
Yahudiler, 1967 yılındaki savaş sonucunda Kudüs'e tamamen hakim olmalarına rağmen Mescid-i Aksa'yı yıkıp yerine Süleyman Mabedi'ni tekrar inşa etmemişlerdir. Bunun iki nedeni vardır. Bunlardan biri Müslümanların tepkisi, diğeri ve en önemlisi Yahudiliğin Mesihçi karakteridir. Ortodoks Yahudiliğe göre Süleyman Mabedi'nin yeniden inşa edilmesi, Mesih'in gelmesine bağlıdır. Mesihin gelmesinden önce girişilecek böyle bir faaliyet, kimi dinî otoritelerin tepkisini çekecek, din ile devlet karşı karşıya gelecektir. Bu nedenle tamamı olmasa da bazı dini çevreler, şimdilik Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme teşebbüsünde bulunmaktan kaçınmaktadırlar. Ancak pek çok din adamı yanında siyonistlerin büyük ekseriyeti bu görüşü paylaşmamaktadır:
Mesela hahambaşı Mordehay Elyahu: "Biz bu camiyi yıkmak, onu buradan tamamen silmek ve yerine Süleyman Heykeli'ni inşa etmek istiyoruz." diyerek bu konudaki düşüncelerini net bir şekilde ortaya koymuştur. Haham Meir Kahane de İsrail parlamentosu üyeliğine seçildiğinde, Süleyman Mabedi tepesinde Yahudilerin ibadetlerine eşlik etmek ve Mescidi Aksa ile Kubbetu's-Sahra'nın yıkılması için mümkün olan her yola başvurmak için yemin etmiştir. Haham Şalom Harokohin de: "Diasporadaki yahudilerin bir araya gelmelerinin en önemli sebebi Siyon mabedinin yeniden inşasıdır" demiştir.
Siyon Mabedi'nin ihyası sadece fanatik Yahudilerin hayali olarak algılanmamalı. Sağcısından solcusuna, hahamından, laik olanına varıncaya kadar tüm İsrailli'nin arzuladığı bir düştür aslında. “Kudüs'süz bir İsrail, Siyon Mabed'siz bir Kudüs olamaz” ifadesi bugün tüm İsrailliler için vazgeçilmez bir slogan haline gelmiştir çünkü. Barış güvercini lâkablı ünlü İsrailli entellektüel Yusa Belin bile diyor ki:
“Mekke ve Kabe, Müslümanlar için ne anlam ifade ediyorsa Kudüs ve Siyon Mabedi de bütün Yahudiler için onu ifade etmektedir.”
Buda Heykelleri “Dünya Kültür Mirası” Ama Mescidi Aksa Değil !
Mescidi Aksa etrafında yapılan kazılar yeni bir hadise değil aslında. İsrail, yıllardan beri farklı gerekçelerle bölgede kazılar yapıyor. Bugün Mescidi Aksa'nın altı tamamen oyulmuş durumdadır. Ağlama Duvarı'nın hemen yanından açılan dehlizlerle Mescidi Aksa'nın altında dolaşmak mümkündür. Bu dehlizlerin Mescidi Aksa'nın temellerine verdiği zarar yıllardır gündeme getirilmektedir. Temellerin altında oluşturulan boşlukların mescidi yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığı yıllardır dile getirilmektedir. Ancak, Taliban'ın Buda heykellerini yıktığı sırada “dünya mirası yıkılıyor” diye ayağa kalkan medeni dünya, Müslümanların kutsal mekanlarına verilen zararı görmezlikten gelmeyi tercih etmiştir. Gerçi Filistin'deki insan kıyımına seyirci kalan batı dünyasından, tarih ve kültür katliamına karşı tepki göstermesini beklemek ne derece doğrudur, orası da ayrı bir konu.
Mescidi Aksa sorunu sadece yapılan harfiyatlardan ibaret değil elbette. İsrail, Mescid'in etrafında oluşturduğu abluka yüzünden Filistin halkını canından bezdirmiştir artık. Giriş çıkışı İsrail askerleri tarafından kontrol edilen Haremüşerif'e ancak 40 yaşından büyük Filistinliler girebilmektedir. Onlarda ancak didik didik arandıktan sonra mescide girebilmektedirler. Yabancıların ise Müslüman olduğunu girişteki görevliye Kur'an'dan ayetler okuyarak bir şekilde ispat etmesi gerekmektedir.
Mescidi Aksa – Kubbetü's Sahra Yanılgısı
Müslümanlar açısından son derece büyük ehemmiyete sahip olmasına rağmen Mescidi Aksa hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olunmadığı da bir vakıa. Mescidi Aksa denilince akıllara genelde Selahhatin Eyyübi’nin 1187’de Haçlıları yendikten sonra yaptırdığı altın kubbeli görkemli yapı gelmektedir. Oysa orası Kubbetü’s Sahra'dır. Bu yanılgı sadece Türkiye'de değil genelde İslam aleminde de var ne yazık ki.
Mescid-i Aksa: (Mekke'den) "En uzaktaki cami" anlamına gelmektedir. Hz. Ömer tarafından 638'de camiye dönüştürülmüştür. 1027'de cami şiddetli bir deprem sonucu yıkılınca, 1034'te tekrar yapılmıştır. Haçlılar tarafından kilise olarak kullanılan yapı, Selahaddin Eyyubi Kudüs'ü aldığında tekrar cami olarak açılmıştır.
Kubbetü's-Sahra: Mescid-i Aksa'nın hemen kuzeyinde bulunur. Peygamber Efendimiz'in Mirac'a çıktığı zaman atını bağladığı kayanın ve Hacer-i Muallak diye anılan kayanın üzerini örtecek şekilde inşa edilmiştir. Sahra kelimesi de kaya anlamına gelir ve Kubbetu's-Sahra ismi bu kayaya izafeten verilmiştir. 691'de Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan'ın inşa ettirdiği yapı 1027'deki depremde yıkılınca aynı şekilde yeniden inşa edilmiştir.
Sonuç olarak işgalci İsrail yönetimi, Mescidi Aksa'ya yönelik tarihi emellerini gerçekleştirebilmek için adım adım da olsa çalışmalarını sürdürmektedir. Tepkiler artıkça geri adım atsa da “mukaddes” planlarından vazgeçmeyeceklerini bir kez daha göstermiştir.
İslam dünyasının bu konudaki tepkisizliği İsrail yönetiminin tecavüzkar tutumunu cesaretlendirmiştir. İslam dünyasının genelinde arzu edilen Kudüs-Mescidi Aksa hassasiyetinin oluşturulabildiği söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Nitekim Arap medyasında yer alan değerlendirmelerde yönetiminden halklara varıncaya kadar son krizde İslam dünyasının iyi bir imtihan vermediğinin altı çizilmektedir.
İslam dünyasında Mescidi Aksa'yı korumanın sadece Filistin halkının omuzlarına bırakıldığı şeklinde bir izlenim verilmektedir ne yazık ki. Oysa tüm Müslümanların ortak değeri ve şerefi olan Mescide Aksamıza sahip çıkmak tüm Müslümanların boynunun borcudur.
Yasaklar Diyarı Filistin
Filistin halkının yasaklarla kuşatılmış hali maalesef çok net bilinmiyor. “Counterpunch” adlı sitede “Life Under Prohibition in Palestine” başlıklı yazı bu kuşatılmışlığı gözler önüne seriyor. Gürkan Biçen'in çevirisiyle Filistin halkının maruz kaldığı “yasakları” özetleyen yazıdan bazı satır başları.
Sabit Yasaklar
• Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilerin Batı Şeria’da kalması yasak.
• Filistinlilerin Doğu Kudüs'e girmesi yasak.
• Batı Şerialı Filistinlilerin Erez sınır kapısından Gazze Şeridi’ne girmesi yasak.
• Filistinlilerin köyler, araziler, kasabalar ve mahalleler boyunca çitler ve Yeşil Bölge’yi ayıran “bağlantı hattı”na girmeleri yasak. (Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 10’una tekabül ediyor),
• Filistinlilerin yerleşimcilerin bölgesine girişi (Toprakları yerleşimcilerin bölgesinde olsa bile) yasak
• Filistinlilerin Nablus’a bir araç ile girmeleri yasak.
• Kudüs’te mukim Filistinlilerin A bölgesine girmesi (Batı Şeria’daki Filistin kasabaları) yasak.
• 16 yaşından küçük çocukların orijinal bir doğum sertifikası ve aile refakati olmaksızın Nablus’tan ayrılması yasak.
• İzinli Filistinlilerin İsraillilerin ve turistlerin kullandığı kapıları kullanarak İsrail’e girmesi yasak.
Dönem Dönem Uygulanan Yasaklamalar
• Batı Şeria’nın bazı kısımlarının sakinlerinin Batı Şeria’nın diğer kısmına seyahatleri yasak.
• Bazı yaş gruplarındaki insanların, genel olarak 16’dan 30, 35 veya 40’a kadar olan erkeklerin, ikamet ettikleri bölgeleri terk etmeleri yasak. (Genellikle Batı Şeria’daki Nablus ve diğer şehirler)
Kontrol Noktaları ve Bariyerler
• 9 Ocak 2007 itibariyle Batı Şeria’da 75 ana kontrol noktası vardı.
•Eylül 2006 itibariyle haftada ortalama 150 seyyar kontrol noktası bulunmaktadır.
• Orada yollar ile köyler arasına yerleştirilmiş beton küpler, toprak siperler dahil 446 engel, 88 demir kapı ve anayollar boyunca 74 kilometre çit vardır.
• Sahiplerini topraklarından ayıran ayırma çiti boyunca 83 kapı vardır. Bu kapıların ancak 25 tanesi bazen açılır.
Tahrik, İslamofobi ve Batı Medyası
Batı dünyasında İslam'a yönelik tahriklerin ardı arkası kesilmiyor. Tahrikler silsilesinin sonuncusu göçmen karşıtı söylemiyle tanınan Hollandalı milletvekili Geert Wilders'den geldi. Müslümanlara, “Kuranı Kerim’in yarısını yırtıp atma” çağrısı yapan küstah milletvekili aynı zamanda başörtüsünün yasaklanmasını, Hollanda’ya göçmen kabul edilmemesini ve yeni camiiler yapılmasına izin verilmemesini de istiyor.
Öte yandan Londra merkezli faaliyet gösteren İslami İnsan Hakları Komisyonu (IHRC)’nun yayınladığı bir rapor Batı medyasının Avrupa'da İslamofobiyi körükleyen en önemli unsur olduğunu belirledi.
“İngiliz Medyası ve Müslüman Tasviri” başlıklı raporu ortaya çıkaran ankete katılanların %86’sı medyanın İslam düşmanlığı yaptığını, %16’sı da medyanın ırkçılık yaptığını düşünüyor.
11 Eylül olaylarından önce de sinemalarda İslam’a karşı önyargının var olduğunu söyleyen araştırmacılar TV haberleri ve sinema gösterimlerinde bilinçli bir İslam düşmanlığının yürütüldüğüne dikkat çekiyor.
Tunus Yasakta Sınır Tanımıyor
Tunus yönetimi özgürlüklerin kısıtlanması anlamında artık sınır tanımıyor. Başörtüsü yasağını okullardan sokağa kadar indiren, sabah namazlarının camilerde kılınmasını engelleyen Zeynelabidin yönetiminin son yasakçı icraatı 40 yaşın altındakilerin camilere gitmesini yasaklamak oldu.
ABD Irak'ı Meğer Ne Hayallerle İşgal Etmiş!
Amerikan ordusunun Irak'ı işgal planında; Aralık 2006'da ülkede yalnızca 5 bin asker kalmasını öngördüğü ortaya çıktı. ABD Merkez komutanlığı tarafından 2002 tarihinde hazırlanan plana göre 2006 aralık ayında Irak'ın istikrarlı, Amerikan yanlısı ve demokratik bir ülke olacağı tahmin edilmiş. Komutanların tahminine göre, çatışmaların sona ermesinin ardından 2-3 aylık istikrar arayışı, daha sonra da 18 ila 24 ay sürecek ülkenin yeniden inşaası süreci yaşanacağı düşünülmüş.
YORUMLAR