Kur’ân ile Ferahlayın, Sevinin

Allah’ın lutuf ve rahmet deryasına açılan en büyük kapı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Onlar ne buyuruyorsa ona göre davranmalı, bizi hangi şekle sokmak istiyorlarsa o şekle girmeli, haram ve helal çizgimizi buna göre belirlemeliyiz. Zira Allah’ın kitabına göre amel etmek, onun çizdiği sınırlar içerisinde kulluk yapmak insanların dünyalık olarak topladıkları her türlü maddiyattan, mal ve mülkten elbette daha hayırlıdır.

Yüce Rabbimiz, bütün insanlara hitap ederek Kur’ân-ı Kerîm’in onlara bir öğüt, gönüllerdeki dertlere şifa, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve tam bir rahmet olduğunu haber vererek şöyle buyurur:

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَشِفَٓاءٌ لِمَا فِي الصُّدُورِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ

قُلْ بِفَضْلِ اللّٰهِ وَبِرَحْمَتِه۪ فَبِذٰلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ ﴿58﴾

“Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir. Rasûlüm! Onlara söyle, Allah’ın lütfu ve rahmetiyle, evet sadece bununla sevinip ferahlasınlar! Çünkü bu, onların toplayıp biriktirdikleri her şeyden daha hayırlıdır.”[1]

Kur’an bir öğüt olup, gerek korkutarak, gerektiğinde müjdeleyip sevdirerek insanlara âkıbetlerini hatırlatır. Leh ve aleyhlerinde olan hususları açıklayıp, güzel ve hayırlı amellere teşvik eder; kötü ahlâk ve davranışlardan sakındırır.

Kur’an kalplerde bulunan küfür, şirk, nifak, şüphe gibi manevî hastalıklara şifadır. O, gönüllere hitap ederek oradaki ahlâkî ve mânevî bozuklukları tedâviye çalışır, insanın iç âlemini temizlemesini, doğru itikat, güzel ve ulvî hasletler kazanmasını sağlayacak hükümler getirir.

Kur’an doğru yolu gösteren bir rehberdir. O’na inanan, öğütlerine kulak veren, şifa verici hükümlerini tatbik eden, emirlerini tutup yasaklarından kaçınan kişiler, bâtıl yolları terk ederek doğru yolu bulurlar.

Kur’an rahmet olup, onun istediği şekilde yaşayıp ahlâkî kemâle erişenler, Allah’ın sevdiği, rahmet ettiği ve ebedî nimetlere lâyık gördüğü bahtiyarlardan olurlar.

Fahreddin Râzi, Kur’an’ın bu özelliklerinde şu işaretlerin olduğunu söyler: “Öğüt, insanların dışını gereksiz şeylerden temizlemeye işarettir. Bunu yapacak olan şeriattir. Dolayısıyla öğüt şeriate işarettir. Şifa, ruhu bozuk düşünce ve itikatlerden, kötü huylardan temizlemeye işarettir. Bu da tarîkatin işidir. Dolayısıyla şifa ile tarîkate işaret edilmiştir. Hidâyet, Hak nûrunun sıddîklerin kalplerinde görünmesine işarettir ki bu hakîkattir. Rahmet ise, eksiklikleri tamamlayan peygamberliğe işarettir.[2]

İnsanlara düşen, Allah’ın en büyük bir lütfu ve rahmeti olan bu Kur’an’ın kıymetini bilmektir. Onlar, başka şeyle değil, en çok Kur’an’la sevinmelidirler. Kur’an’ın gösterdiği yolda yürüyerek hakiki neşe, sevinç ve feraha ermelidirler. Çünkü kıymetini bilenler için Kur’an, toplayıp yığdıkları her türlü dünya nimetinden, mal ve mülkünden daha değerlidir.

Hz. Enes (r.a.)’ın rivâyetine göre Nebî (s.a.v.) “Allah Teala bir kulunu İslâm’la şereflendir, ona Kur’an’ı öğrenmeyi nasip eder de sonra o kul fakirlikten şikayette bulunursa, Allah Teala kıyamette kendisine kavuşuncaya kadar fakirliği onun iki kaşı arasına koyar” buyurmuş ve peşinden de bu Yunus suresi 58. ayeti okumuştur.[3]

Rivâyete göre hilafeti yıllarından Irak bölgesinin haracı Emîru’l-müminîn Hz. Ömer’e gelince yanında azatlısı ile birlikte onların yanına vardı. Develeri saymaya başladı. Bunlar gerçekten çoktu. Hz. Ömer, bir taraftan develeri sayarken bir taraftan da “De ki: Allah’ın fadlı ile, O’nun rahmetiyle sevinin… buyuran Allah’a hamdolsun” diyordu. Azatlısı ise “Ayette bahsedilen Allah’ın lütfu ve rahmeti işte bu mallar, bu develer” diye karşılık veriyordu. Hz. Ömer ise “Sen yalan söylüyorsun. Rabbimizin ayette bahsettiği lütfu ve rahmeti Kur’an’dır, İslâm’dır. Bu mallar ise yine ayette bahsedilen insanların biriktirip yığdıkları mallardır”[4] diyerek o kişinin âyeti yanlış yorumlamasının önüne geçmiştir.

Yûnus sûresi 58. âyet-i kerimedeki “fe’l-yefrahû: sevinsinler” tabirinde kullanılan “ferah” kelimesi “mahbubu idrak sebebi ile kalpte meydana gelen lezzet” anlamındadır. Nitekim Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz de “imanın kalpte meydana getirdiği tattan, lezzetten” bahsederek şöyle buyurmaktadır:

“Üç şey vardır ki; bunlar kimde bulunursa o kişi imanın tadını alır: Allah ve Rasûlü’nü, her şeyden çok sevmek. Sevdiğini sadece Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak kadar korkunç ve tehlikeli görmek.”[5]

“Üç şey vardır ki, kim bunları yaparsa imanın tadını almış olur: Tek olan Allah’a kulluk edip, O’ndan başka ilâh olmadığına inanmak. Her sene malının zekatını gönül hoşluğuyla, isteyerek vermek. Zekat verirken de malın yaşlı, uyuz, hasta ve zayıfını değil, vasatından vermek.”[6]

“Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Muhammed (s.a.v)’i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kişi, imanın tadını alır.”[7]

“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle bunu terk ederse Allah ona kalbinde halâvetini hissedeceği bir iman bahşeder.”[8]

Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu müjdeli beyanlarından Kur’ân-ı Kerîm’in bize yapılmasını emrettiği her bir amelin, hakkının verilerek yapılması nispetinde müminin kalbine bir halâvet kazandırdığı anlaşılmaktadır. Kıldığımız namazlar, yaptığımız zikir ve tesbihatlar, okuduğumuz Kur’ân-ı Kerimler de böyledir. Hatim dualarındaki şu ifadeler ne kadar Kur’an’ın her bir harfinin mümin gönle bir ferahlık, saadet ve mutluluk verebileceğini hatırlatmaktadır. “Ey Ekreme’l-Ekremîn ve yâ Erhame’r-rahîmîn! İkram ve ihsanınla günahlarımızı bağışla. Kur’ân-ı Kerîm’i dünyada bize yoldaş, ahirette nûr eyle! Ey Rabbimiz! Kur’ân’ın her harfine karşılık bize bir halâvet, her kelimesine bir kerâmet, her âyetine bir saâdet, her sûresine bir selâmet ver.”

Herkesin az veya çok bir sermayesi olsa da mü’minin en büyük sermayesi Allah’ın lütfu olmalıdır. Herkesin kendine göre bir hazînesi olsa da mü’minin hazînesi Allah’ın rahmeti olmalıdır. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah’ın lütuf ve rahmet deryasına açılan en büyük kapı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Onlar ne buyuruyorsa ona göre davranmalı, bizi hangi şekle sokmak istiyorlarsa o şekle girmeli, haram ve helal çizgimizi buna göre belirlemeliyiz. Zira Allah’ın kitabına göre amel etmek, onun çizdiği sınırlar içerisinde kulluk yapmak insanların dünyalık olarak topladıkları her türlü maddiyattan, mal ve mülkten elbette daha hayırlıdır.

 

[1] Yûnus 10/57-58.

[2] Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XVII, 94.

[3] Kurtubi, el-Câmi, XI, 12.

[4] İbn Kesîr, Tefsîr, VII, 371.

[5] Buhârî, Îmân, 14; İkrah, 1; Edeb, 42; Müslim, Îmân, 67. Ayrıca bkz. Tirmizî, Îmân, 10/2624.

[6] Ebû Dâvûd, Zekât, 5/1582.

[7] Müslim, İman, 56; Tirmizî, Îmân, 10/2623; Ahmed, I, 208.

[8] Hâkim, IV, 349/7875.

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle