Mârifet Nuru Nedir?

 

Cüneyd-i Bağdâdî kuddise sirruh buyurur:

– Marifet, yüce Allah’ın ilmi yanında, insanın kendi cehâletini bilmesidir.

Abdülkâdir Geylânî kuddise sirruh buyurur:

 – Allah’ın kelâmını ve Rasûlullah’ın sünnetini bilen ve onlarla amel eden mürşidlere uyunuz. Haklarında hüsn-ü zan besleyiniz. Bilmediklerinizi onlardan öğreniniz. Onların huzurunda güzel edeple hareket ediniz. Onlarla beraberliğinizde usûl ve âdâba riayet ediniz. O zaman felâh bulur, kurtuluşa erersiniz. Siz Allah’ın kitabına, Rasûlullah’ın ahlâkına ve bunları iyi bilen ve hükümleriyle amel eden mürşidlere uymadıkça aslâ felâh bulamaz, kurtuluşa eremezsiniz. Kim ki sırf kendi aklı ile hareket eder ve kendini başkalarından müstağni sayarsa dalâlete düşer. Senden daha bilgili olanların sohbetlerine iştirak etmek sûretiyle nefsini kötü ahlâktan temizle. Ruhûnu terbiye et, ahlâkını güzelleştir. Önce kendi ruhunun terbiyesi, kendi nefsinin ıslâhıyla meşgul ol. Sonra da başkaları ile. Nitekim Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyuruyorlar:

– “Önce kendi nefsinin terbiyesi ile işe başla, sonra da başkalarına yönel.”

– “Muhtaç olan akrabalar varken, başkalarına sadaka verilmesi uygun olmaz.”

***

Maksada kavuşmak için dünya tarafından mı ahiret tarafından mı gidileceği yahut kendi kendisiyle mi yoksa Allah Teâlâ ile mi meşgul olunması gerektiği ancak marifet nûrû ile anlaşılır. Marifet nûru tefekkürden meydana gelir. Karanlıkta yolda yürüyemeyen bir kimse, çakmak taşı ile elindeki mumu yaksa, bu mum sebebiyle hali değişir, görmeye başlar. Yolu yol olmayandan ayırır ve yürümeye başlar. Bunun gibi asıl olan o iki ilim ve onların birleşip meydana getirdiği üçüncü ilim iki çakmak taşı gibidir.

Tefekkür çakmak taşlarını birbirine vurmak gibidir. Marifet ise, onlardan gelen ışık gibi olup onunla kalbin hali değişir. Kalbin hali değişince iş ve ameller de değişir. Meselâ âhiretin daha iyi olduğunu görüp, sırtını, arkasını dünyaya, yüzünü ahirete döndürür. O halde tefekkür üç şey içindir: Marifet, hal ve ilim. Fakat amel hâle tâbi, hal de marifete tâbi, marifet de tefekküre tâbidir. Demek ki tefekkür bütün iyiliklerin aslı ve anahtarıdır. Üstünlüğü bununla ortaya çıkar.

***

İmam Gazâli kuddise sirruh: “Kimyâ-ı Saâdet” kitabında buyurur ki: Var olan her şeyi Allah Teâlâ yaratmıştır. Hepsinde şaşılacak haller, bilinmeyen özellikler ve intizam vardır. Göklerin ve yerlerin zerrelerinden hiç bir zerre yoktur ki, kendini yaratanı tespih etmesin, takdis etmesin: “İşte sonsuz kudret, işte sonsuz ilim” demesin.

Bunlar anlatılabilenlerden daha sonsuzdur. Belki bütün denizler mürekkep, ağaçlar kalem ve bütün mahlûklar kâtip olsa ve uzun seneler oturup yazsalar, yazacakları söylenmesi icap edenin yanında pek az kalır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

– Ey Habîbim de ki: Rabbimin sözleri için denizler mürekkep olsa, Rabbimin sözleri bitmeden deniz biter. İkinci bir deniz getirsek yine biter.” (Kehf Sûresi, 109)

Fakat kısaca bilinir ki, yaratılanlar iki kısımdır. Bir kısmından hiç haberdar değiliz. Onları düşünemeyiz. Nitekim Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri buyuruyor ki:

– Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah’ı tesbih ve takdis ederim. (Yâsin Sûresi, 36)

Bizim bildiklerimiz de iki kısımdır. Biri arz, kürsî, melekler, cinler, şeytanlar ve bunlar gibi gözle görülemeyenlerdir. Gözle görülenler ise gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar, dünya ve yer üzerinde bulunan dağ, sahra, şehirler ve denizler. Dağlarda ve toprakta bulunan cevherler ve madenler, yeryüzünde bulunan bitkiler, karada ve denizde yaşayan, bütün hayvanlardır. İnsan ise bambaşka bir yaratıktır. Yer ve gök arasında bulunan bulut, yağmur, kar, dolu, gök gürültüsü, şimşek, gökkuşağı ve havada olan hadiselerin hepsi, tefekküre vesîle olan konulardır. Çünkü bunlar Allah Teâlâ’nın mânâlı sanatlarıdır. Bunların hepsi Allah Teâlâ’nın âyet ve işâretleri olup, bunlara bakmak sûretiyle tefekkürü emretmiştir.

Sâdık Dânâ-Altınoluk Sohbetleri-6, s.24- Erkam Yayınları

PAYLAŞ:                

Sâdık Dânâ

Konya Kadınhanı’nda doğdu. Babası hayır sever bir tüccar olan Ahmed Hamdi Bey, annesi Âdile Hanım’dır. Dedesinin babası Topbaşzâde Ahmed Kudsi Efendi (ö. 1889), Hâlid el-Bağdâdî’nin halifelerinden Boz

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle