Muhterem Üstaz Musa Topbaş -kuddise sirruh- Efendimizin dâr-ı beka’ya irtihallerinin onikinci senesini idrak etmekteyiz.
Rabbimiz bizleri kendilerine layık evlad eyleyip şefaatlerine nâil eylesin.
Bütün hayatını Allah’a kulluk üzere inşâ eden ve o hassasiyetini bir ömür devam ettirmeye çalışan o büyük Allah dostunun bu konu ile ilgili şu hatırasını sizlerle paylaşmak istedim. Şöyle ki:
Ankara’dan İstanbul’a gelip yerleşen ve uzun seneler Erenköy’de oturan merhum Lütfi Eraslan ağabeyden dinlemiştim.
O, merhum pederimiz Musa Topbaş -kuddise sirruh- Efendimiz ile ilk görüşmesinde yaşadığı mânevi hâli hiç unutamadığını söyler ve o günün hatırasını sık sık anlatırdı:
“-Ankara’da ikamet ederken Sivas’lı Yusuf Beceren isimli çok halli bir insan vardı.
Kapı bir komşu idik.
Seherlerde yaşadığı tatlı halleri gözyaşları içerisinde bizlere büyük bir zevkle anlatırdı.
O anlattıkça fakir de hayıflanırdım.
Acaba neden böyle bir hal bende gerçekleşmiyor? Neden o şekilde bir râbıta yapamıyorum? diye kendi kendime üzülürdüm.
Uzun bir müddet bu konu zihnimi ve gönlümü meşgul etmişti.
Hiç kimseye de bir şey açamamışdım.
Ama öyle güzel bir hâle de gıbta ediyordum.
Hatta zaman zaman kendimi kınıyordum.
Niçin fakir böyle bir mânevi tada ulaşamıyorum? diye kendimi suçlu addediyordum.
Bir fırsatını bulup İstanbul’a gidip muhterem Üstadımız Sâmi Efendimize durumu arzetmeye niyet ettim.
Bir gün kalkıp Erenköy’e geldim.
Muhterem Üstadımız Sâmi Efendi hazretlerinin rahatsızlığı, yaşlılık ve sağlıklarından dolayı o tarihlerde bütün ziyaretler ve görüşmeler Musa Efendimiz’le yapılmaya başlanmıştı.
Fakirin de Musa Efendi Üstadımız’la ilk görüşmesi olacaktı.
Bir odada karşılıklı oturup dertleşirken zihnimi ve kalbimi meşgul eden durumumu arzetmeye fırsat bırakmadan, gönlümdeki sıkıntıyı izâle edecek ve bana reçete olacak şu tavsiyelerde bulunmuştu:
“-Kardeş! Üstadımızın maal-cesed teşrifleri çok mühim değil.
Asıl olan kulluktur.
Kulluğumuz Allah içindir.
Râbıta yapmıyor muyuz?
Yapıyoruz!...
O halde rûhâniyet her zaman yanımızda!..
Havâtır, insanı kurt gibi yer bitirir!..” buyurmuşlardı.
Bu tatlı açıklamaları ve nâzik tavırlarıyla fakiri öylesine mânevi olarak yıkamışlardı ki, gönlüm bir anda kuş gibi hafifleyivermişdi.
İçimdeki bütün sıkıntılar yok olmuş ve manevi ağırlıkları alıp götürmüşdü. Kendi kendime:
İşte hakîki doktor böyle olur!..
Karşısına gelen hastasını böyle tedavi eder!..
Derdini söyletmeden, hastalığını bir görüşmede teşhis eder ve reçetesini ona göre yazar dedim.
Allah dostları insanın manevî doktorlarıydı.
Onlara teslim olanlar böylesine büyük vartalardan biiznillah kurtularak huzura ererlerdi.
Bir başka görüşmemizde de Musa Topbaş (k.s.) Üstadımızın râbıta ile ilgili şu açıklamaları gönlümde büyük bir ufuk açmıştı. Şöyle buyurmuşlardı:
“Çok kardeşimiz zanneder ki, çok zikirle vâsıl olunur. Halbuki râbıta, zikirden önce gelir.” demişlerdi.
Evet!.. İnsan râbıtaya dikkat etmeli, önem vermeliydi.
Zira râbıtalı yaşandıkça mâsivâdan uzak kalınırdı.
Gönül, kalb daima füyüzât-ı ilâhî ile dolardı.
Allah dostlarının sevgisi ile insan, kendisini daha kolay toparlardı.
O heyacan ile hayatını intizama koyar, her işi proğramlı, nizamlı olurdu.
Disiplinli yaşayan insanın işleri de çok verimli olurdu.
Rabbimiz cümlemizi feyzi câri olan o büyük Allah dostunun feyziyle feyizyâb eyleyip cennetinde cemeylesin. Fâtiha’lar ve İhlas’larla rûh-ı âlîlerini şâd eylesin. Âmin.
YORUMLAR