Ölüm anı gelince kul ile Allah arasındaki perde kalkar. Kâfir için de mümin için de aynı şey geçerlidir. Yani ölünce kul, Allah ile olur. Ama asıl olması gereken yaşarken yani gözümüzde perde varken Allah ile olmaktır. Âlemlerin Rabbi olan ve bizim de biricik ve tek Rabbimiz olan Allah’ın bizimle olduğunu bilmek ve Allah’a yaklaşmak üzere çabalamaktır dostlar. İşte tam da bu ölmeden önce ölmek yani yaratanı yaratılana tercih etmektir. Unutma; dünya, hayat, sen, ailen ve her şey yaratılandır ve sırf Allah’a ulaşmak için takılıp kalmaman bir ölüm tefekkürüdür. Çünkü sen ölünce yanında götüremeyeceğin şeyleri kalbine almıyorsun yani bir nevi ölmeden ölüyorsun. Unutma ölmeden önce ölen kurtulur inşallah. Hani Hazreti Mevlana’nın Mesnevisinde geçen bir hikâye vardır. Papağan ile tüccar hikayesi. Hikayede papağanın kafesten kurtuluşu ölü taklidi yapması ile olur. Dünya kafesinde ölümü taklit etmek ise tefekkür-i mevt yani ölüm tefekkürü yapmaktır. Siz değerli okuyucularımla o muhteşem hikâyeyi buluşturmak isterim.
Papağan Hikayesi
(Ölmeden Evvel Ölmek)
Bir tacirin bir papağanı vardı. Kafeslere mahkûm edilmiş güzel bir kuştu. Bir gün tüccar Hindistan’a gitmek için yol hazırlığına başladı. Kölelerinin, câriyelerinin her birine ayrı ayrı:
“-Sana Hindistan’dan ne getireyim ne istersin?” diye sordu.
Her biri ayrı bir şey istedi. Tüccar, papağanına da sordu:
“-Ey güzel kuşum sana ne getireyim, sen Hindistan’dan ne istersin?” dedi. Papağan:
“-Oradaki papağanları görünce benim hâlimi anlat ve de ki:
- Falan papağan benim mahpusumdur. Ben onu kafeste besliyorum. Size selâm söyledi. Ben gurbet ellerde kafeslerde sizin hasretinizle çile doldurayım, siz serbestçe ağaçlıklarda kayalıklarda dolaşın, bu revâ mıdır?! Hiç değilse bir seher vakti ben garibi de hatırlayın ki ben de birazcık mutlu olayım, dedi, de. Başka bir şey istemem.” dedi.
Tüccar kervanını hazırladı yola koyuldu. Günler geceler boyu yol gitti nihayet Hindistan’a vardı. Giderken bir kaç papağan gördü kayalıklara konmuş, bekliyorlardı, atını durdurup seslendi:
“-Ben falan memlekette falan kişiyim, ticaret yapmak için buralara geldim. Benim bir papağanım var size selâm söyledi ve böyle böyle dememi istedi.” dedi.
Tüccar sözlerini bitirir bitirmez o papağanlardan biri titredi, nefesi kesildi, düşüp öldü.
Tüccar sözlerinden dolayı bin pişman oldu “Ben ne yaptım, bu zavallı kuşun ölümüne sebep oldum. Galiba bu benim zavallı kuşumun bir yakını, candan seveni olsa gerek.” diye düşündü.
Aradan bir hayli zaman geçti, tüccar alış verişini bitirip memleketine döndü. Herkesin istediğini bir bir verdi.
Papağanı kafesinde bu olanları seyrediyordu. Sonunda dayanamayıp tüccara sordu:
“-Benim istediğim nerede. Hemcinslerimi, papağan topluluklarını gördün mü? Ne söyledin ne gördünse bana anlat, beni de mutlu et.” dedi. Tüccar:
“-Sevgili kuşum, kusura bakma fakat söylemesem daha iyi olacak sanırım. Çünkü halâ o saçma sapan haberi götürerek yaptığım câhilliğe yanmaktayım, olup bitenleri anlatmasam daha iyi olur.” dedi.
Papağan ısrar etti, bunun üzerine istemeye istemeye olanları anlattı:
“-Tarif ettiğin yere varıp dostların olan papağanları görünce senin sözlerini ve selâmını söyledim; içlerinden biri buna dayanamadı, üzüldü, titredi ve hareketsiz kaldı, sonunda öldü. Bundan dolayı çok pişman oldum, fakat nâfile, bir kere söylemiş bulundum.” dedi.
Tüccarın bu sözlerini dinleyen papağan kafesin içinde titredi, hareketsiz kaldı ve biraz sonra düşüp öldü.
Bunu gören adamın aklı başından gitti, ağlayıp sızlamaya başladı, külâhını yerlere vurdu.
“-Ey güzel sesli kuşum sana ne oldu, neden bu hâle geldin, ben ne yaptım, başıma ne işler açtım!.” diye dövündü. Ağladı, ağıtlar söyledi. Sonunda ölü papağanı kafesten çıkarıp pencerenin kenarına getirdi. Oraya bırakır bırakmaz papağan hemen canlanıp uçtu bahçedeki bir ağacın yüksek dalına kondu. Tüccar buna şaşıp kaldı:
“-Ey güzel kuş bu ne haldir, anlat bana; bu hileyi nasıl öğrendin beni kandırdın?” demekten kendini alamadı.
Papağan konduğu yerden seslendi:
“-Sevgili efendim, Hindistan’da gördüğün o papağan benim selâmımı alınca, düşüp ölmüş gibi yaparak bana bu haberi gönderdi. “Eğer kurtulmak istiyorsan öl” dedi. Ben de gördüğün gibi, onun dediğini yaparak hapisten kurtuldum. Kısaca, öldüm ve kafeslerde tutulmaktan kurtulmuş oldum, dedi.” [1]
Unutma biz de kafes içindeyiz. Hem de öyle bir kafes ki ruhumuz şeytan ile nefis arasında beden zindanında kalmış bir kafestir. Unutma şeytan ve nefisten kurtuluş ancak ve ancak Allah’ı ve Allah’a ulaştıran ölümü anmakla mümkündür. Şu sözler ne güzel ifade ediyor. Câhiliye devrinde, yani nübüvvetten evvel Kuss bin Sâide’nin, Ukaz Panayırı’nda îrâd ettiği şu hutbesi, rakik gönüller için ne müthiş bir îkaz ve aynı zamanda tevhid akîdesinin ne güzel bir ifâdesidir:
“Ey insanlar!
Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız!
Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, anaların-babaların yerini tutar. Sonra hepsi mahvolur gider. Vukuâtın ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini takip eder.
Dikkat edin, söylediklerime kulak verin! Gökten haber var; yerde ibret alacak şeyler var!
Yeryüzü serilmiş bir döşek, gökyüzü yüksek bir tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden memnun oldukları için mi orada kalıyorlar; yoksa alıkonulup da uykuya mı dalıyorlar...
Ey insanlar!
Gafletten sakının! Her şey fânîdir, ancak Cenâb-ı Hak bâkīdir. Birdir, şerîk ve nazîri yoktur. İbadet edilecek yalnız O’dur. O doğmamış ve doğurmamıştır.
Evvel gelip geçenlerde bizler için ibretler çoktur.
Ey İyâd Kabîlesi! Hani babalarınız ve dedeleriniz? Hani müzeyyen kâşâneler ve taştan hâneler yapan Âd ve Semûd? Hani dünya varlığına mağrur olup da kavmine hitâben; «Ben sizin en büyük Rabbinizim.» diyen Firavun ve Nemrud?
Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri de yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini şimdi köpekler şenlendiriyor.
Sakın onlar gibi gaflet etmeyin! Onların yolundan gitmeyin! Her şey fânî, ancak Cenâb-ı Hak bâkīdir.
Ölüm ırmağının girecek yerleri var, ama çıkacak yeri yok!.. Küçük-büyük herkes göçüp gidiyor. Herkese olan bana da olacaktır.”[2]
Âyetlerde buyrulduğu gibi ölüm ânı mutlak gelecektir. Lakin ne mutlu ki ölmeden, ölüm ânı gelmeden ölenlere! “Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.”[3] “Allah; ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır.”[4]
Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in, Târık bin Abdullah -radıyallâhu anh-’a buyurduğu:
“Ey Târık! Ölüm gelip çatmadan evvel ölüme hazırlan!” tavsiyesine kulak ve gönül vermemiz elzemdir.
Kimsenin inkâr edemeyeceği, kaçınılmaz bir gerçek olan ölüm vâkıasından gâfil kalmayalım diye, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, biz ümmetini pek çok vesîleyle tefekkür-i mevte teşvik ederek şöyle buyurmuşlardır:
“Ölümü ve öldükten sonra ceset ve kemiklerin çürümesini hatırlayın! Âhiret hayatını isteyen, dünya hayatının süsünü terk eder.” [5] İşte ölmeden önce ölmek demek budur. Yani aldatıcı dünyayı, şeytanı ve nefsini yarı yolda bırakıp Allah’a ve Allah’ın ipine sarılmaktır. Haydi dostlar Allah’a sarılalım Allah’ın ipine sarılalım “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.”[6]
Rabbimiz bize kendini unutturma, bizi Allah’ın ipine sarılanlardan et. Ya Rabbi bizi ölümü hatırlayıp ölüme hazırlanan kullarından et. Ya rabbi ümmeti Muhammed’i ve bizleri affet, bağışla ve ihsan da bulun. Ya rabbi seni hatırlatan ve sana ulaştıran her şeyle bizi meşgul et. Ya rabbi senden ve senin yolundan uzaklaştıran her şeyden bizleri uzaklaştır. Ya Rabbi bir salise bile bizi nefse ve şeytana bırakma. Çünkü ya Rabbi “Şüphesiz şeytan sizin için bir düşmandır. Öyle ise (siz de) onu düşman tanıyın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateşe girecek kimselerden olmaya çağırır.”[7] bu ayetle şeytan sizin apaçık düşmanınızdır buyuruyorsun ya rabbi ondan dolayı bizi şeytana bırakma ve şeytanın ajanı nefse bırakma. Bizi kendin dışında kimseye bırakma . Âmin.
Nesrin Çelik
YORUMLAR