Sohbetler, dikkat edilirse ana kaynak (Kur’an) ve Allah Rasûlü ile bağ kurabilme yolu, sadece bir bilgi nakli değil, kalblerin buluşması vasıtasıdır. Kalbler açılabilirse Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘den akıp gelen feyz-i ilahi, silsile yolu ile gönülleri aydınlatır. Asr-ı Saâdetten, Mescid-i Nebevi’den, Suffe Ashabı’ndan bir akis, sohbete nüzûl eder.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz’in, bu vasfının özellikle ümmeti üzerindeki tecellileri şâyân-ı ibrettir. Cenâb-ı Hakk’ın taltifi ile ümmetine karşı raûf, rahîm olan ve onların herhangi bir sıkıntıya düşmesi kendisine pek ağır gelen Nuru’l-hüdâ -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, esas hayatın âhiret hayatı olduğunu hep hatırlatmış, ebedi saâdetin kazanılması için de ashabının eğitimine özellikle itina göstermiştir.
O’nun sallallahu aleyhi ve sellem gerek Mekke’de Dâru’l-Erkam’da, gerekse Medine’de Mescid-i Nebevî’de ve “Suffe Mektebinde” ana gündemi itikad, amel ve yüce ahlâkın bir taraftan vahy-i ilâhi diğer taraftan nebevî uygulamalarla mü’minlerin önce kalblerine sonra hayatlarına aktarılması idi.
Ashâb-ı kiram Efendilerimiz de, kendilerine bu kadar düşkün Allah Rasûlü’nün bu merhametine karşılık O‘nunla olan birlikteliklerini hayatlarının en mes’ud anları olarak telakki etmiş, başlarında bir kuş varmış da, hareket edecek olurlarsa sanki o kuş kaçıverecekmiş gibi bir dikkat ve hassasiyetle, nebevî sohbetleri takip etmişlerdir.
Şayet sahabi Rasûlullah’la beraberliklerinde, cihadda ya da hizmette beşeri ihtiyaçları veya başka sebeplerle farklı bir meyil ve tercih sahibi olursa, “Allah katında hayırlı olanın”; Rasûlullah’la beraberlik, istiğfar, infak, Allah yolunda cihad olduğu şeklinde vahy-i ilahi ile uyarılmıştı.
Rivayet edildiğine göre, Dıhye b. Kelbî, Medine’ye Şam’dan bir ticaret kervanı ile geldiğinde henüz müslüman olmamıştı. O zaman Medine’de de açlık, pahalılık ve sıkıntı vardı. Kervanda ise ihtiyaç duyulan buğday, un, zeytinyağı ve benzeri bütün maddeler mevcuddu. Rssûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Cuma hutbesini okumakta idi. Mesciddekiler kervanın geldiğini anlayınca ona yetişemeyecekleri endişesi ile kalkıp gittiler. Peygamberimizin beraberinde ise 8-10 veya -bir rivayette- sadece 40 kişi kaldı. Yani insanlara ilâhî hakikatleri anlatan sonsuzluk nûrunun hutbesi/sohbeti bir dünyalık uğruna bırakıldı. Bunun üzerine şu ayet indi:
-“Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah’ın yanında bulunan (sevab ve rızık) eğlenceden ve ticaretten daha yararlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cum’a, 11) Nazil olan bu ayet Peygamber meclisini her ne sebeple olursa olsun bırakıp gidenleri tekdir etmekteydi.
Câbir -radıyallâhu anh-‘den rivayet edildiğine göre de Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Benim ve sizin durumunuz ateş yakıp da, ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca onlara engel olmaya çalışan adamın durumuna benzer. Ben sizi ateşten korumak için kuşaklarınızdan tutuyorum, siz ise benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.” (Müslim)
Rûhu’l-Beyan’da söz konusu âyet-i kerimenin tefsiri bölümünde, Mesnevî’den umumi mânâda bir uyarı nakledilir ki şöyledir:
“Seni dostundan ayıran şeye kulak verme. Zira bunda çok büyük zarar vardır. Bu sözde yüzde yüz kâr olsa bile kulak asma. Ey fakir, altın için hazineyi bırakma. Allah’ın tatlı sert sözler söyleyerek defalarca Peygamber’in ashabını itab etmesine bak. Çünkü kıtlık senesinde davulu duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler. Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim kârımızı elde etmesin dediler. Peygamber ise ibâdette sebât eden birkaç yoksulla öylece namazda kalakaldı. Allah buyurdu: “Davul, eğlence ve ticaret Allah Rasûlü’ndan sizi nasıl ayırdı? Şaşkın bir halde buğdaya koştunuz da Peygamber’i ayakta bıraktınız. Buğday için çürük tohum ektiniz de Hakk’ın elçisini terk ettiniz. O’nun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör kimi terk ettin. Gözünü ovuştur da bir bak... Hırsınız şunu yakinen bilmenizi engelledi: ‘Rızık verici Benim, rızık verenlerin hayırlısı Benim.’ Gökyüzünden buğday gönderenden buğday uğruna ayrıldın ha…”
Yüce kitabımız Kur’an, Ashâb-ı Kiramın şahsında bütün çağların mü’minlerine hitab etmektedir. İnsanlar farklı zamanlarda farklı sebeplerle, buğday peşinde koşup, buğdayı yaratanı unutmakta, aklın ve nefsin dar kalıpları içinde büyük hakikatlerden, Allah katında en hayırlı olandan uzaklaşmaktadır. Günümüzde bir takım mülâhazalarla Cuma Namazı’nda bile ihmallerin olduğundan bahsedilmekte; bütün çağlara nebevî bir miras olarak akıp gelen dost meclisler, mürşid sohbetleri, ma’nevi feyz ortamlarına alâkada bir tekasül/tembellik sezilmekte ve gevşemeden bahsedilmektedir.
Gerçekte, ilmî ve irfanî terbiye merkezleri olan sohbetler; ma’neviyat yolcusunun olgunlaşması, bilgilenmesi için Allah’ın Rasûlü Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘den başlayıp bu güne kadar, bir mumun diğer mumu tutuşturması misali devam edip gelen bir ma’nevi terbiye metodudur. Bir usuldür ki kaynağı Rasûlullah Efendimiz’dir. Ve öyle bir kaynaktır ki, bütün tasavvufî metodlar içinde sohbet ana esas olmuştur.
Cenab-ı Hak kullarının bir araya gelerek ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerle müzeyyen bir sohbet meclisi oluşturmalarından hoşnut olur. Bu kullarını kendi katındaki meleklerine medheder. Böylece sohbete gelen insanlar Allah katındaki meleklerin dua ve muhabbetlerine mazhar olur.
Bu tür meclislerde bulunanlar ilahi afva da yakın olurlar. Zira rahmet melekleri onların etrafını kuşatarak yerden göğe kadar bir halka içine alır ve onları her türlü kötülük ve tehlikeden muhafaza ederler. Mecliste bulunanların zihinlerine ve gönüllerine açıklık ve ferahlık verirler.[1]
Merhum Mûsa Topbaş (kuddise sirruh) Efendi’nin ifadeleri ile “Büyük veliler, bu ma’nevi dershanelerde yetişmişlerdir. Bu sohbetler, mü’minler arasındaki ülfet, samimiyet, sevgi ve muhabbeti kuvvetlendirir. Sohbete gelemeyenler ne kadar virdlerini ifa etseler de karşılıklı muhabbet olmaz. Sâlihler gece virdlerine devam etmekle beraber sohbetlerini ihmâl etmemelidir. Herhangi bir kimse evradını muntazam yapmak şartıyla, ihlas üzere ma’nevi sohbetlere devam ettiğinde kalbinde dünya, hatta ukbâ sevgisi bile kalmaz, tek Mevlâ sevgisi kalır. Mevlâ’yı seven de dürüst, istikâmet ehli olur.[2]
Netice; sohbetler, dikkat edilirse ana kaynak (Kur’an) ve Allah Rasûlü ile bağ kurabilme yolu, sadece bir bilgi nakli değil, kalblerin buluşması vasıtasıdır. Kalbler açılabilirse Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-‘den akıp gelen feyz-i ilahi, silsile yolu ile gönülleri aydınlatır. Asr-ı Saâdetten, Mescid-i Nebevi’den, Suffe Ashabı’ndan bir akis, sohbete nüzûl eder.
Dû cihanda bulmak istersen necât/Gece gündüz söyle dâim es-Salât (Yusuf Sami Efendi)
[1] Osman Nûri Topbaş, Sohbet ve Âdabı, 18-19.
[2] Marifet Meclisleri, 369.
YORUMLAR